Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.
Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.
Kimsenin evinde daha bilgisayar yok iken eşimin altınlarını bozdurup bilgisayar aldığımda nasıl bir ticaretin içine gireceğimi doğrusu bilmiyordum. 1993 yılında Türkiye’de herhalde evinde bilgisayar bulunan kişi sayısı binlerle değil, belki de yüzlerle ifade ediliyordu. Bilgisayar günümüzde evlerin vazgeçilmez eşyaları arasındadır. Tezimi yazarım diye edindiğim bu nesne benim bütün zamanımı aldı desem fazla abartmış sayılmam. Karanlık gecelerde siyah dos ekranının C: yazan ve imleci yanıp söken giriş kapısında orasından, burasından çekiştirdiğim, nihayet belli bir aşamayı geçtikten sonra kullanmayı başardığım bir nesne haline gelmişti. O yıllarda programlama yapan bir arkadaş, önemli olanın onu programlamak olduğunu söylemişti. Bilgisayarı programlamayı bilenler gözümde çağımızın popüler sihirbazları/entelektüelleri/bilginleri arasında yer alıyordu.
Bu nesne bir daktilo değildi, lakin herkes onu daktilo niyetine kullanıyordu. İnsanların zihninde bunun değişmesi gerekiyordu. O zaman bu alet gözümde her şeyi yapabilen bir nesne olarak şekillenmeye başlamıştı. Bizim düz lise mezunları iş aramaya gittiklerinde ne iş yaparsın sorusuna “ne iş olsa yaparım abi” tarzında cevap veriyorlardı. Tabi ki patronların cevabı pek umut verici olmuyordu. “Her işi yapan aslında hiçbir iş yapamaz” diyor ve kapıyı gösteriyordu bizim on sekizine gelmiş lise mezunu mesleksiz delikanlımıza. Lakin bilgisayar her işi yapıyor hem de hakkıyla yapıyordu.
Bilgisayar bizim yaptığımız pek çok işi yapamazdı belki o zamanlar. Mesela bizim yerimize kitap okuyamazdı, lakin bizi kitaba ulaştırabilirdi. Bizim yerimize bir şey öğrenemezdi, lakin biz onunla öğreneceğimiz nesnelere ulaşabilirdik. Kütüphane raflarında tozlanmaya heves eden birçok kitap, tarayıcıların marifetiyle ekranlarımıza konuk olabilirdi. Büyük kütüphane bilgisayar hafızalarında oluşturulabilirdi. Hard disklere bir sefer kaydedilen bir kitap kıyamete kadar orada kalabilir, okuyucularını çağırmaya devam edebilirdi.
Kitapistanbul.com alan adını aldığımda böyle bir mazeretim bulunduğunu söyleyebilirim. Düşündüğüm şey şuydu. Okuyucu ile kitabı buluşturacak amatör bir çabaya ihtiyaç olduğunu düşünüyordum. Yayıncıları, sahafları, okurları buluşturacak bir çabaya. Profesyonellik iyi bir şeydir elbette. İşini hakkıyla yapanların, bu iş karşılığında para kazananların mesleğidir profesyonellik. Üzgünüm lakin amatörlerde olan ve fakat onlarda olmayan önemli bir şey aşk ve gönül işleridir. Amatörlük aşkla yürüyen bir meslektir. Profesyonellik ise parayla yürür. Birinin eksikliği öbürünün gücünü dengeler böylece.
Kitapistanbul, İstanbul ile kitabı aynı karede buluşturan bir fotoğraf gibi. İstanbul’a ilkin yirmibeş yaşımda gittim. Çoğunuzun belki de akraba ziyareti hatırına gittiğiniz İstanbul’a ben ilkin kitaba ulaşmak için gitmiştim. Bu nedenle olsa gerek İstanbul benim zihnimde genellikle kitabı çağrıştıran bir şehir olarak kaldı. Kitapların peşine düşmüştüm de öyle gelmiştim Ankara’dan İstanbul’a. Bizim medeniyetimizin kadim şehirlerinden olan İstanbul gerçekte kitapsız düşünülemeyecek bir şehirdir. İstanbul medeniyetimize kitapla davet eder bizi. Süleymaniye, Millet, İsam ve diğer kütüphaneler halen kitap sevdalılarını salonlarına çağırmaya devam ediyor.
Kitapistanbul’u okuyucularla bir hasbihal mekanı haline getirebilirsek mazeretimiz kabul edilebilir diye ümit ediyorum. Şimdiden zamanınızı aldığım için sizden helallik dilemek istiyorum. Tabi ki asıl derdim İstanbul değil. Okuyan insanların nefeslenebileceği, arada işe yarar vakit geçirebileceği bir ortam oluşturmak.