Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.
Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.
Yazının başlığına bakarak büyük sözler sarf edeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Kesinlik ifade etmeyecek yazdıklarım. Bu yazıyı okuma zahmetine katlanacaklara şimdiden bu yazıdan fazla şeyler beklememelerini tavsiye edebilirim.
Böyle bir yazıyı yazmamın mazereti, roman okuma konusundaki bazı düşüncelerdir. Bazılarımız romanı hakikati söyleyen bir tür olarak okuyor olmalı. Oysa roman bize hakikati söylemez. İçinde hakikat barındırsa da hakikati tam olarak ihata edemez roman. Doğrusu akademik bir tez de yazsanız netice de o da ancak hakikatin bir yönünü gösterebilir. Tamamını görmek/göstermek için kütüphanelerce kitap okumanız gerekebilir. O zaman bile çok şey bilebilme imkânına kavuşsanız da her şeyi bilmek insana mahsus bir şey değildir.
Romancı, hadisenin/olgunun bir yönünü kurgu/dil/anlatım tekniklerini kullanarak bize anlatan kişidir. Bu cümledeki bir yönünü ifadesinin altını birkaç kez çizmek gerekecek. Romancı da bilim adamı gibi hadise veya olguların sınırlı bir yönünü anlatır bize. Üstelik işin içine heyecan katmak için tutarlı olmak şartıyla boşluklara olmayan şeyleri de katabilecektir. Kurgu dediğimiz şey biraz da budur. Dümdüz söyleyecek olursak romancı okuyucuya yalan söyleyecektir. Birçok roman içindeki yalanlarla roman olur. Hikâye de, sinema filmi de böyledir. Bir sinema filmi gerçeğe dayanırsa da gerçeği olduğu gibi yansıtmaz yine de. Sinema bu yönüyle romanın ikiz kardeşidir.
Amin Maalouf’un Semerkant isimli eserini okuduğumda Tuğrul ve Çağrı beylerle ilgili anlatılar ne derece gerçeği yansıtmaktadır diye düşünmeden edemedim. Doğrusu bu konudaki tarihsel verilere sahip değilim. İyi bir akademik araştırmadan sonra bir şeyler söyleme şansına sahip olabilirim. Amin Maolouf’a bu nedenlerden ötürü bazılarımız mesafe de koyabilirler. Kitabı okumaktan vazgeçebilirler de. Birçok romana/filme/sanat eserine bu şekilde mesafe koyanların varlığı üzerine düşünüyorum sadece. Mevlana Celaleddin’in Mesnevi’sine, başka benzer nedenlerle mesafeli yaklaşan bir arkadaşa okumayı seven bir arkadaş şöyle demişti: “Söylediğin şeyler doğru olabilir. Lakin bu şekilde düşünürsen dünyadaki pek çok iyi şeyden yararlanamazsın. Tüm esere mesafe koymak yerine rahatsız olduğun konuyu eleştir. Elbette ona hakkın var.”
Şahsen okuduğum romanlara yukarıdaki şekilde yaklaşmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğullarını okuduğumda genç yaşta bu mikyasta bir eser sahibi oluşundan dolayı yazarı kutlamak geldi içimden. Kullandığı dil ve anlatım bir tarafa bırakılacak olsa bile çağa tanıklığı ve meselelere vukûfiyeti için bile bu roman okunmalı.19. Yüzyıl İstanbul’u, ticaret hayatı, Avrupa’ya giden gençlerin yaşadığı değişimler ve sorunlar bu kitapta ustalıkla işlenmiş. Orhan Pamuk’un Ermeni meselesinde sarf etmiş olduğu sözler belki birilerini incitmiş olabilir. Belki yanlış anlaşılmış olabilir veya maksadı aşan sözler söylenmiş olabilir. Ancak bütün bunlar onun eserinin kıymetini düşüren bir engel olarak çıkmamalıdır karşımıza. Orhan Pamuk’u eleştirebiliriz. Buna hakkımız vardır. Eleştirdiğimiz noktalar ile eserlerini karıştırdığımızda ondan yararlanamayız.
Şahsen Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları da, Amin Maalouf’un Semerkant’ı da zevkle okuduğum romanlar oldu. Bu yazarların diğer romanlarını da okuma sırasına koydum şimdiden. Bu romanların hakikati olduğu gibi resmettiğini düşünmüyorum. Okumaktan zevk aldığım için okuyorum bu eserleri. Hakikatin bir parçasını resmettikleri için de hep şerh koyarak okuyorum. Acabalarla, fakatlarla dolu bir okuma bu. Bir romanı okurken okuduklarımıza bir mümin teslimiyeti ile yaklaşmayız. Eleştiririz, sorgularız, reddederiz veya şurası iyi olmuş diye kabul ederiz. Yazarının bir insan olduğunu unutmadan okuruz. Bu eserlerdeki iyi şeylerden yararlanamayız yoksa.