Kullanıcı Girişi

Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.

Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.

Giriş

Giriş Formu

 

Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum



..:: Kitapistanbul ::..
Kitap Kültürü Platformu
  •  Yayınladıklarımız bizim için ararken bulduğumuz şeylerdir.

Ankara Okulu Yayınları akademik yayıncılık alanında Türkiye'nin önde gelen yayıncılarından. Kurulduğu günden bu güne yayımlamış olduğu dört yüz elli kitabın önemli bir kısmı doktora tezlerinden oluşuyor. Yayınevi, akademik yayıncılığın markası olmuş durumda. 1995'te Sıhhiye İlkiz Sokak'ta başlayan yayıncılık faaliyetini yirmi iki yıldır aralıksız ve kaliteden ödün vermeden sürdürüyor. Tutturmuş olduğu iddialı kalitenin arkasında yayınevinin sahibi ve editörü Lütfi Sever'in yanında, Hasan Erdoğan ve Kasım Gezen'in gayretleri yadsınamaz boyutlarda. Lütfi Sever'le gerçekleştirmiş oldukları yayıncılık faaliyetleri üzerine konuştuk.

Ankara okulu deyince ne anlamalıyız? Nereden başladınız, buraya kadar nasıl getirdiniz onun hikayesi nedir? Önce bunun tarihinden başlayalım isterseniz.

Şahsen 1985’te kitapçılarla yoğun olarak ilgilenmeye başladım. 1986’da da fakülteden mezun olduktan sonra öğretmen olmayı hiç aklıma getirmedim. Bir takım arkadaşlarla biz Fecr Yayınevini kurduk. Aslında isim olarak bizden önce kurulmuştu. Lakin yayıncılığı biz başlattık. Fecr adına ilk çalışanı da benim Ağabeyim Kazım Sever’di. O bırakıp Almanya’ya gitti. Ondan sonra da ben devam ettirdim.

Pınar Yayınevi ile bir ortaklığınız vardı herhalde o zamanlar.

Şahsen benim Pınar Yayınevi ile bir ilişkim olmadı. Fakat Fecr Yayınevi’ni kuran arkadaşlar Pınar Yayınevi kuruluşu içinde de yer alan arkadaşlardı. Şimdi biz fakültedeki arkadaşlarla bir araya geliyoruz, Ankara’da neler yapabiliriz diye istişare ediyoruz, ben arkadaşlara Ankara’dan bir yere gitmeyeceğimi beyan etmiştim. İşte o zamanlar birlikte istişare yaptığımız arkadaşların bir kısmı İslamî Araştırmalara geçmişti. Biz de Fecr yayınevine geçtik. Yayıncılığa orada başladım. Bu süreç 93’e kadar sürdü. Ondan sonra Ardahan’da iki yıl süren bir öğretmenlik hayatım olduğunu ifade etmeliyim. Bundan sonra tekrar Ankara’ya geldim. Ve Ankara Okulu olarak ilk kitabımızı yayınladık. Ankara Okulu olarak ilk kitabımız 1995’te yayınlandı.

Peki isme gelelim isterseniz. Neden Ankara Okulu?

Biz yayıncılık yapacağımız arkadaşlarla bir araya gelince “Yayıncılık yapacağız, adı ne olsun?” diye konuştuk. Birçok öneri geldi. Arkadaşlardan birisi Ankara Okulu olsun dedi. Hoşumuza gitti isim. Ankara Okulu isminde karar kıldık. Fakat Müslüman camiada isim biraz modernist bulundu. Bizim de Fecr’den ayrılmamıza neden olan iddialardan birisi modernist nitelemesiydi.

Çok da modernist bir isim değil herhalde?

O zamanlar öyle anlaşılıyordu. Bize göre ise iddialı bir isimdi. Biz yayıncılıktan başka bir şey yapmayacağımızı, yaptığımız işi en iyi şekilde yapacağımız konusunda iddialıydık. Bu isim de ideallerimizle örtüşüyordu. Velhasıl Ankara Okulu olarak yayın hayatına başladık.

Burada iddialı derken daha çok neyi kast ediyorsunuz?

İddialı olmak derken belli bir yayın çizgisini takip edeceğimizi ifade ettik. Mesela akademik yayıncılık yapacağımızı söyledik. Akademik yayıncılık derken, nedir? İşte büyük ölçüde doktora çalışmalarıdır. Biz dedik ki pür akademik bir yayıncılık yapacağız, doktora çalışmalarını yayınlayacağız, bu doktora çalışmalarına kaynaklık eden kitapları elimizden geldiğince çevirtmeye çalışacağız. Fecr’deyken bile ilk yayınladığımız çalışma Muhammed Abduh’un Tevhid Risalesidir. Bu yayın da o dönemde iddialı bir çıkıştı aslında. Abduh’un etrafındaki spekülatif değerlendirmeleri biliyorsunuz. Ondan sonra Fazlur Rahman’ın devreye alınması böyle bir iddialı çıkışın devamı niteliğinde çalışmalardı. İddialı derken kast ettiğimiz biraz da bunlardı. Ondan sonra da Ankara Okulu bu iddialı çizgisini sürdürüyor. Biz bir sanat edebiyat yayıncılığı yapmıyoruz. Akademiden uzak bir düşünce yayıncılığı yapmıyoruz.

Bir de işin okuyucu boyutu var. Türkiye’de akademik çalışmaların alıcısı kim? Sonuçta akademik çalışmaların alıcısı belli bir kesim. Bu değirmenin suyu nereden geliyor, bu çark nasıl dönüyor?

Öğretmenliği bırakıp 1995’te Ankara’ya döndüğümde Sıhhiye İlkiz sokakta bir büro tuttuk. Orada sadece benim bir sandalyem ve masam vardı. Yayınladığımız bir de kitabımız vardı. Fazlur Rahman’ın Metodoloji Sorunu vardı. Tabi ki ekonomik olarak sermayeye dayalı bir yayıncılık yapamadık. Bu sınırlı imkânlar içerisinde yayınladığımız kitapları çoğaltmaya çabaladık. Kitap sayıları çoğaldıkça da kendi kendini döndürebilir hale gelmeye başladı. Ama çok sıkıntılar çektik tabi ki bu bir gerçek. Telefon paralarını ödeyemediğimiz zamanlar oldu. Buradan zengin olmayı hiç düşünmedik. Düşündüğümüz şey asgari düzeyde ailemizin geçimini sağlayabilmek ve yayıncılık faliyetimizi yürütebilmekti. Bunun akabinde tüm enerjimizi, tüm vaktimizi yayıncılığa verdik. Şu anda Ankara Okulu, Elis ve Araştırma adı altında üç ayrı yayınevi olarak çalışıyoruz. Şu ana kadar bu üç yayınevi çatısı altında dört yüz elli civarında kitap yayınladık.

Tabi ki dört yüz elli iyi bir rakam yayıncılık açısından.

Evet dört yüz elli iyi bir rakam Bizim hedefimiz bin. Bin kitaba ulaştığımızda dalya diyeceğiz. İnşaallah bin kitabı yayınlamaya muvaffak oluruz.

Ankara Okulu olarak yayıncılık yaparken, Elis yayınlarını, ardından da Araştırma yayınlarını kurdunuz. Neden böyle farklı adlarda yayınevleri kurma ihtiyacı duydunuz? Sonuçta kitaplar aynı mutfaktan çıkıyor.

Ankara Okulu adıyla yayıncılığı sürdürürken Felsefe alanında özellikle din felsefesi alanındaki çalışmaları ayrı bir isim altında yayınlamaya karar verdir. Bu amaçla da Elis’i kurduk. Üçüncü olarak da Araştırma Yayınları adı altında bir yayınevi kurmaya karar verdik. Bunun nedeni de konusu spesifik, daha az sayıda okuyucuya hitap edebilecek, yazarının yayını olabilecek çalışmaları da bu yayınevi üzerinden yayınlamayı düşündük. Resmi prosedürlerle matbaa prosedürlerini Araştırma yayınları olarak biz yapıyoruz. Bunun karşılığında sınırlı sayıda kitabı uhdemize alıyoruz. Daha çok yazara veriyoruz. Araştırmadan çıkan kitapların maliyetlerini yazarları karşılar. Yayın çizgisi ve diğer sorumlulukları yazarına aittir. Ankara Okulunda ise daha çok belli bir çizgiyi takip eden yayınları yapıyoruz. Aradaki farklar bunlar. Bu üç yayınevinin hikâyesi de böyle.

Bazı yayınevlerine bakıyorum. Dergi çalışmaları da var. Özellikle akademik dergiler okul olma süreçlerini destekleyen çalışmalar. Siz hiç dergicilik hususunu gündeminize aldınız mı?

Tabi ki. Dergicilik aslında bizim çok önem verdiğimiz bir alan. Bunun için on altı arkadaş bir araya geldik. İslamiyat dergisi bu ihtiyaçtan doğdu. İslamiyat, Ankara Okulunun bir dergisi olmasa da benim içerisinde bulunduğum arkadaş grubunun bir faaliyetiydi. Fiili olarak ilk senesinde işlerini ben takip ettim. Bir yıldan sonra İslamiyat’ın fiilî işlerinden ayrıldım ama yayın kurulu ve istişare heyetinde bulundum. Fakat götüremedik belli sebeplerle. Üzücü bir olay. İyi bir çizgi tutturmuştuk İslamiyat’la. Bu serüven orada bitti. Ama bundan sonra Ankara Okulu olarak çıkarmak istediğimiz bir akademik dergi hayalimiz var.

Peki, İslamiyat dergisinin sürdürülememesinin en önemli nedenleri sizce neydi?

En önemli nedenlerinden birisi oradaki arkadaşların siyasi hayatla fazla içli dışlı olmaları, bürokrasi ile fazla içli dışlı olmaları, ekibin büyük ölçüde bürokrasiye kayması, biraz da amaç farklılaşmasısıydı diye düşünüyorum. Başlangıçtaki amacımız pür akademik bir dergi olsun, bu dergi herhangi bir gruba angaje olmasın, siyasî angajmanlara girmesin dedik. Tabi ki arkadaşlardan bir kısmı bürokrasiye, bir kısmı da siyasete angaje olunca ekonomik sıkıntılar baş gösterdi. Maalesef ekip çalışmalarında böyle bir sıkıntı oluyor. Ekip olarak bir işe başlıyorsunuz, ekonomik sıkıntılar olmaya başlayınca da çözülmeler başlıyor. Herkes aynı idealle, aynı katılımla, aynı heyecanla işi götüremiyor. Ankara Okulunda böyle bir sıkıntı yok. Biz tüm imkânlarımızı yayıncılığa aktararak, kendi çapımızda düşündüğümüz için ekonomiyi planlayabiliyoruz. Borçlanarak veya başka türlü kendi ekonomik zorluklarımızın üstesinden geliyoruz. Fakat orada bir ortaklık yapısı olduğu için kendi kendini döndüremediği an sıkıntılar başlıyor.

Herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor herhalde.

Evet, oradaki arkadaşlar böyle bir sorumluluğu alsalardı bu devam etmez miydi? Bence devam ederdi. Orada Kitabiyat diye bir yayınevi kurmuştuk. Çok güzel bir yayınevi idi. Çok kaliteli kitaplar çıkarmıştı. O da derdimize çare olmadı.

Kitabiyat yayınevinin yayınları başka yerlerde yayınlanıyor mu şu anda?

Orası kapandıktan sonra resmî ortaklar oranın işlerini devam ettirdiler. Otto yayınevini kurdular. O eski kitapları ve diğer yeni bazı kitapları onlar yayınlıyorlar.

Sayın Sever, şimdiye kadar Ankara Okulunun hikayesini aldık sizden. Gerçi söylediniz, bin kitap yayınlama hedefini belirttiniz. Bundan sonra neler olacağını daha ayrıntılı anlatır mısınız?

Biz yayıncılığı seviyoruz. Yayınladıkalarımız bizim için ararken bulduğumuz şeylerdir. Bizim düşünce sorunlarımız var. Bu düşünce sorunları üzerine kafa yoruyoruz. Bu süreç içinde elimize gelen materyalleri de yayınlıyoruz. Bizim kendi ifade biçimimizdir yayıncılığımız. Bir Müslüman olarak kendimizi nasıl ifade edebiliriz dediğimizde bizim aklımıza yayıncılık geliyor. Kendi zihinsel çerçevemiz içerisinde, kültürel kapasitemizin elverdiği ölçüde bu faaliyeti sürdürmeye çalışacağız.

Yayınladığınız kitaplar daha çok İlahiyatçı akademisyenlerin çalışmaları. Daha başka alanlarda da yayıncılık yapmayı düşünmediniz mi?

Çok fazla alana dalmak istemiyoruz. İlahiyat alanındaki çalışmaları yayınlamak istiyoruz.

Müsadenizle Türkiye özelinde uzun sayılabilecek bir yayıncılık tecrübesine sahipsiniz. Şöyle bir soru sormak istiyorum. 1986’dan 2017’ye akademik çalışmalar neredeydi, nereye geldi? Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

Türkiye’de akademik yayıncılık 1986’lara baktığımızda şöyle sayısal bilgiler verebilirim. Kitaplar üç bin hatta beş bin basıyordu. O zamanlar okunduğunu söyleyebilirim. Şu andaki baskı sayılarımız bunların çok altında. Şu anda bin, hatta beş yüz bile kitap basıyoruz. Bununla ilgili şöyle bir iddia geliştirilebilir. O zaman yayıncı sayısı azdı, kitap sayısı da azdı. Ona göre de kitap baskı sayıları fazla idi. Şimdi yayıncı sayısı çok, çıkan kitap çok, o yüzden baskı adetleri düşmüştür diyenler var. Ama bana sorarsan asıl sebep bu değil. Seksenli yıllarda yayıncılarının sayısının şu andakilerden az olduğu kanaatinde değilim. Bugün okuyucu sayısının azaldığını görüyoruz. Bunun nedeninin insanların sosyal medyada vakit geçirmesi ve kitaba yeterince vakit ayırmaması olduğunu söyleyebilirim. Biz öğrencilik yıllarımızda bilgiyi bizatihi kitaptan edinirdik. Kitap yayınlandığı zaman o kitabı edinmeye çalışırdık. Kitabın peşinde koşardık. Şu anda millet sosyal medya aracılığıyla bilgileniyor. İnsanların ilgisi kitaptan biraz daha sosyal medyaya kaymış durumda. Bunun olumlu ya da olumsuz olması hususunda bir görüş belirtmek istemiyorum. Lakin yeni neslin bilgi kaynağı sosyal medya olmuş durumda.

Yeni nesil okuma çeşitliliği anlamında daha çok sanat ve edebiyat eserlerine yöneliyor diyebilir miyiz?

Daha çok okuması kolay, zihni fazla yormayan kitaplara yöneliyorlar. Bizim yayınladığımız kitaplar okuması zor kitaplar. Genel okuyucuya hitap etmeyen kitaplar. Daha çok akademik altyapısı olan okuyucu kitlesine hitap ediyoruz. Bu kitapların okunması biraz daha zordur. Dilleri sanat edebiyat kitapları kadar akıcı değil. Akademik alanda yazılmış kitaplar daha dar bir çevreye hitap ediyor. Türkiye’de ilahiyat öğrenimi bizim zamanınıza göre nicel olarak daha da gelişti, lakin bugünkü ilahiyat camiasının tamamına hitap ettiğimizi söylemem benim için zor.

Peki başka bir sorum daha olacak. Sanat edebiyat yayıncılığı Müslüman çevrelerde biraz zayıf gibi duruyor. Sanat edebiyat eserleri yayınlayan yayınevlerinin sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek durumda. Roman basan, hikâye basan yayınevlerinin sayısı çok az. Sanat edebiyat alanına geçmeyi değil de ayrı bir şerit olarak değerlendirmeyi düşünmez misiniz?

Sanat edebiyat yayıncılığı şu anda bizim iştigal ettiğimiz bir alan değil. Şöyle bir gözlemim var. Bizim akademik camianın dili, sanat edebiyat alanının dili kadar akıcı değil. Lakin sanat edebiyat alanındaki İslami birikim de çok güçlü sayılmaz. Kaynaklara ve kadim sorunlara ilgi duyan, oralardan beslenen roman yazarlarımızın çok olduğunu söyleyemeyiz. Keşke bu alanda yazan romancılarımızın sayısı çok olsa ve yayıncılarımız bu eserleri yayınlasalar. Bu alanda zayıfız. Sanat, estetik anlamında zayıfız.

Bana öyle geliyor ki Batı’da düşünce ekolleri kendilerini fikrî eserler yanında romanla da ifade etmişler. Bizim camiada düşünce ekolleri kendilerini romanla ifade edemiyor. Bir düşünce ekolüne mensup bir edebiyat yayıncılığı var mı bizde?

Sol biraz bunu başardı gibi.

Bizde yok. Biraz da olması gereken bu gibi geliyor.

Sol derken Kemal Tahir’lerin, Sebahattin Ali’lerin döneminden bahsediyorum. Şu anda var mı çok da takip edemiyorum. İhsan Oktay Anar’ı sol diye niteleyebilir miyiz, o da ayrı bir konu. Bir yere koymadan değerlendirmek daha rahat olacağı için böyle söylüyorum.

Lütfi bey son olarak bir şey daha sormak istiyorum. Yayıncılıkla ilgili olarak bürokraside karşılaşmış olduğunuz sorunlar nelerdir? Bürokrasi ve siyaset kurumundan yayıncılık adına ne bekliyorsunuz?

Kültür bakanlığı ile bazı sorunlarımız var. Kültür Bakanlığının kitap alım hususu yeterince net değil. Kitaplar neye göre seçilir, hangi kriterler vardır, kaç tane alınır, şartları nedir, bunları kim okuyup değerlendirir? Bu konularda sıkıntılarımız var. Akademik yayıncılık yapmamıza rağmen Kültür Bakanlığına yeterince kitap satamıyoruz. Bakanlığın da bir politikası yok gibi görünüyor. Şöyle olabilir miydi acaba diye düşünüyorum. Mesela bir doktora çalışması, bir akademik jüriden geçmiş, bu tür kitapların belli adedinin bakanlıkça alınacağı deklare edilse ve basım kalitesi önceden belirtilse, kağıt kalitesi, cilt durumu vesaire bildirilse daha iyi olmaz mı?

İkincisi bu teliflerle ilgili konular var. Telif hakları yasası ile ilgili bir takım problemler var. Telif haklarını temin etmemiz epey zor. Mesela bir yazar çok önceden bir kitap yazmış, vefat etmiş. Bunun mirasçıları var. Bu mirasçıları bir araya getirmemiz çok zor. Bundan dolayı yayınlanamayan kitaplar var. Yani bu emlak değil ki satışını yapsın. Bunlara bir çözüm üretilmesi lazım, bunlara kafa yorulması lazım. Belki bakanlık vefat etmiş yazarların kitaplarını takip etmeli.

Yine yurt dışından kitap çevirtmeye kalktığımızda yüzde on telif ücreti istiyorlar. Bu bizim için çok pahalı. Yüzde on da siz burada mütercime çeviri ücreti ödüyorsunuz. Yüzde yirmiye geliyor. Yüzde yirmi gibi bir maliyetle kitap yayınlamak çok maliyetlidir.

Vergisi ne kadar?

Bizim matbaaya ödediğimiz yüzde on sekiz. Satışta da yüzde sekiz kdv var. Kağıttan özellikle kdvnin düşürülmesi lazım. Yüzde bir oranında meallerde uygulaması var. Bence tüm kitapların vergilerinin kaldırılması lazım. Zaten kitap zor satılan bir ürün.

Peki, siyaset kurumu ile bu sorunların çözülmesi anlamında bir iletişiminiz oluyor mu?

Siyaset kurumu ile iletişimimizin olduğunu söylemek zor. Siyaset günümüzde belli çevrelerin istişaresine kapalı durumda. Belli yayıncıları bir araya toplayan istişare komisyonları yok. Biz bu tür istişarelere hiç çağırılmadık. Yayıncılar birliği var. Onlarla bakanlık arasında bir takım istişarî süreçlerin olduğunu biliyorum. Bakanlık daha az yayıncıyla periyodik toplantılar yapmalı. İki yüz üç yüz kişiden ziyade daha az, on veya yirmi yayıncı ile gerçekleşebilecek toplantıların olması lazım.

Ben sanki buna itiraz edecek gibiyim. Bence devletten çözüm istiyorsanız sizin kendi aranızda istişarî bir heyet oluşturup devlete gitmeniz gerekmez mi?

Türkiye’de yayıncılar arasında böyle bir istişarî grup oluşturmak çok zor. Biz yayıncılar yayıncılığı ticari bir işletme olarak görmüyoruz. Bizim İslamî kesimin yayıncılığı belli bir gruba hitap eden bir yayıncılık. Cemaat yayıncılığı. Bu da belli ölçüde kliklerin oluşmasına hizmet eden bir yayıncılık olduğundan anlaşma zemini genellikle ortadan kalkıyor. Bizdeki dışlayıcı/ötekileştirici mantığın ortadan kalkması lazım.

KDV’nin düşürülmesi hususu bütün yayıncıların problemi. Şayet bu konuda bile oturup konuşamayacaksanız, neyi oturup konuşacaksınız?

Bu anlamda diyalog zemininin zayıf olduğunu söylemeliyim. Ben şöyle düşünüyorum. Ben belli bir çizgide yayıncılık yapıyorum. Tabi ki benim çizgimin belli bir düşünce rengi olacaktır. Olması da gerek. Ben kendimi böyle ifade ediyorum. Sen istediğin şekilde ifade et. Ben de ifade edeyim. Bu bir düşünce yarışıdır. Düşüncenin gelişmesi açısından önemlidir. Sonuçta topluma biz belli düşünceleri aktarıyoruz. Aracılık yapıyoruz. Toplum tüm kanallardan gelen bilgilerin bir havuzu konumunda. Sonuçta biz kültüre hizmet ediyoruz. Biz yayıncıların son derece naif, son derece anlayışlı, son derece özgürlükçü bir perspektiften hareket etmesi lazım. Doğru hiç kimsenin tekelinde değildir. Ben ne kadar doğru düşünüyorsam, karşımdakinin de belli ölçülerde doğrularla düşündüğünü teslim etmem gerek.

Ayrıca eleştirme hakkı da bakidir.

Elbette biz onu eleştirebiliriz, o da bizi eleştirebilir.

Son olarak bir soru sormam gerekirse şu anda mutfakta ne var?

Başlattığımız Mehmet Azimli editörlüğünde 40 küsur kitap civarında İslam tarihinin ilk üç yüz yılına ait kaynakları tercüme ettirmeye çalışıyoruz. Bu projeyi önemsiyoruz. Yani İslam klasiklerinin bizim dilimize aktarılması lazım. Hacimli olanların çevirisini, hacimsiz olanları da Arapça’sıyla birlikte yayınlıyoruz. Arapçalarının sayfa numaralarını kitabın yan tarafına yazarak yayınlıyoruz. İlahiyat camiası için son derece önemli bir çalışma olduğu kanaatindeyim. İlk dönem hangi konular tartışılmış, olaylara nasıl yaklaşılmış, o dönemlerde neler olup bitmiş, sadece dipnotlardan değil de kitabın kendisinden okuyucunun öğrenmesini önemsiyoruz.

Biz yoğun yayıncılık faaliyeti içerisindeyiz. İkinci baskılar da hesap edildiğinde bir yılda yüzün üzerinde kitap yayınlıyoruz. Aşağı yukarı üç buçuk günde bir kitap yayınladığımız söylenebilir. Mesela şu anda matbaada on dört tane kitabımız var. Bir kitabı alıyoruz, okuyoruz, tashihini yapıyoruz, yayına veriyoruz. Biz hazırlığı bitmiş olan kitabı yayınlıyoruz. Elimize bir kitap geliyor. Yayınlamaya karar veriyoruz. Lakin kitaba yoğun emek verilmesi lazım. Tashih veya tercüme alanında yoğun emek verilmesi lazım. Şu tarihte yayınlayacağız diye düşündüğümüz bir kitabın yayın tarihi sonraki aylara sarkabiliyor. Bu nedenle mutfakta ne olduğunu, hangi ürünlerin çıkacağını söyleyemiyorum.

Ben bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

* www.kitapistanbul.com

Toplam Tıklama: 385023 Aktif Ziyaretçi Sayısı: 1
Tüm Hakları Saklıdır. WebMaster:Osman Selvi