Kullanıcı Girişi

Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.

Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.

Giriş

Giriş Formu

 

Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum



..:: Kitapistanbul ::..
Kitap Kültürü Platformu
  •  Fecr Yayınevi, Kültür Dünyamız ve Yayıncılık Üzerine

Üniversite yıllarında kitap okuyan arkadaşlarla gidip geldiğimiz kitapçılardan birisi de Fecr yayıneviydi. Üniversiteye yeni başladığımız yıllarda kurulmuş bir yayıneviydi. Hacıbayram Camii civarında irili ufaklı bir çok kitapçıdan farklı olarak tespih, takke, hacc malzemesi. güllü yasin gibi halka dönük malzemeler yoktu bu kitapevinde. Dikkatini dış dünyaya çevirmiş, neler olup bittiğini anlamaya çalışan, bu arada geleneğin bazı yetersizliklerini görüp Kur'an merkezli bir din anlayışını savunan arkadaşlardı Fecr yayınevindekiler. Kur'an'ı anlamak için indiği dönemi anlamaya çalışıyorlar, oradan yirminci yüzyıla bu kitap ne söylüyor sorusunu soruyorlar ve kendilerine bir yol açmaya çalışıyorlardı. Hepsi heyecanlıydı, muhalifti ve büyük çoğunluğu daha kırkına bile varmamıştı. Bir ilahiyat öğrencisi olarak bizim dikkatimizi çeken bir kimlikleri de vardı. Arada oraya takılıyorduk. 1996 yılında askerlik dönüşü aynı dönem mezun olan arkadaşlardan birisi beni az buçuk eli kalem tutan birisi olarak bildiğinden Fecr yayınevinin dergisinde yazıp yazamayacağımı sordu. O zamanlar Fecr yayınevinin editörü olan Osman Kayaer'le görüştük ve bir dönem Fecre Doğru dergisinde yazılar yazdık. Fecr yayınevinin benim yetişmemde böyle bir katkısının olduğunu söyleyebilirim. Yayınevi bugün yine Hacıbayram semtinde bulunuyor. Elbette yedeğine iki yayınevi ve bir de eğitim kurumu alarak yapıyor bunu. 1996'dan 2001'e kadar birlikte teşriki mesai ettiğimiz, birlikte yazılar yazıp dergi çıkardığımız arkadaşım Hüseyin Nazlıaydın'la Fecr yayınevi, yayıncılık, kültür dünyamız ve yayıncı siyaset ilişkileri üzerine konuştuk. Keyifli bir konuşma oldu.

Hüseyin Bey, uzun süredir Fecr Yayınevi’nde çalışıyorsunuz. Sizden Fecr Yayınevi’nin ve sizin bu aileye katılmanızın hikayesini alayım. Ne zaman, kimler tarafından ve hangi amaçla kuruldu? Nasıl katıldınız Fecr ailesine?

Bizim Fecr’le tanışıklığımız sizin tanışıklığınızla aynı dönemlere rastlar. Fecr yayınevi 1986 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okuyan birkaç idealist arkadaşın ve bunlara destek veren bazı dostların katkısıyla kurulmuş bir yayınevidir. Kur’an’ın anlaşılmasına katkı sağlayabilecek her tür kitabı -ki bunlar ağırlıklı olarak akademik yayınlardır- okuyucuyla buluşturmak üzere kurulmuştur. Biz Fecr Yayınevi ile doksanlı yılların başında tanışmıştık. İlk yayınlanan kitap da biliyorsunuz rahmetli Salih Akdemir hocamızın tercümesi olan Abdulfettah el-Kâdî’ye ait Esbab-ı Nüzûl kitabıydı. İkinci olarak da İlahiyat Fakültesinde ders kitabı olarak okutulan Muhammed Ebu Zehra’nın İslam Hukuku Metodolojisi isimli kitap yayınlanmıştır. Ondan sonra da tercüme ve telif eserler yayınlayarak faaliyetlerine devam etti. Ben fakülteden seksen dokuz yılında mezun olunca askerliği aradan çıkardım ve öğretmenliğe başladım. Öğretmenlik deneyimimiz üç sene kadar sürdü. Kırıkkale İmam Hatip’te meslek dersleri öğretmenliği yapmıştım doksan iki ile doksan beş yılları arası. Evi taşımamıştım. Ankara’dan Kırıkkale’ye gidip geliyordum. Hafta sonları ve diğer boş kaldığım zamanlarda yayınevine gidiş gelişlerim oluyordu. Yönetici arkadaşlarla tanışıyorduk. Bana yayınevi bünyesinde çalışmam hususunda bir teklif sundular. Bazı istişareler yaptıktan sonra teklifi kabul ettim ve burada çalışmaya başladım.

Aslına bakarsanız memurluktan istifa edip özel sektöre geçmek herhalde riskli bir karardı o günlerde. Türkiye şartlarında ne olacağı belli değil. İstikrarsız hükümetler dönemi biliyorsunuz. Üstelik irtica kampanyaları var. Yayıncıların başına ne geleceği hiç belli olmuyor.

Evet haklısınız. Düşünce özgürlüğünün olabildiğince kısıtlandığı dönemlerdi. Ona ilişkin bazı hatıralarımız var. Yeri gelirse ona da değiniriz. Daha yeni evlenmiştim. Bir oğlum vardı. Kirada oturuyordum. Bütün bunlara rağmen risk aldık. Rızkı devlet değil, Allah veriyor dedik. Fecr ile olan ilişkimiz o sayede başlamış oldu. Fecr’e geleli yirmi iki yıl olmuş. Bu kararımdan dolayı hiç pişman olmadım. Çok sıkıntılı zamanlarımız, yoğun mesai yaptığımız çalışmalarımız oldu. Çok zor günleri atlattık. Ama onların hepsi tatlı yorgunluklardı. Yayın hayatında doğru bildiklerimizi yapmaya, faydalı kitaplar yayınlamaya gayret ettik.

Tekrar yayıcılık geçmişinize dönecek olursak, Fecr Yayınevi’nin Hacıbayram Camii çevresinde bir dükkânı olmuştu kurulduğu yıllarda. Buradan Sıhhiye’de İlkiz sokağa ardından, Necatibey Caddesi girişinde Ankara Pasajı’nda giriş katta bir dükkâna ve sonrasında da Kızılay İzmir caddesindeki mekana taşınmıştınız. Ondan sonrasını sizden alalım.

Evet, İzmir caddesinde CHP ilçe teşkilatı ile komşuyduk. Alt katımızda onlar vardı. Doksan yedi yılına kadar orada kaldık. Orada birçok kültürel faaliyet yapmıştık. Bir süre burada kaldıktan sonra tekrar Ulus’a geldik. Ulus’ta Rüzgârlı caddesinin girişte sağ taraftaki binada faaliyetlerimizi yürütmeye başladık. Yayınevimizin tarihinde en uzun süre kaldığı yer burasıydı. 2013 yılında ise şu anda yine Hacıbayram Camiî çevresine avdet etmiş olduk. Seksen altı da buradaydık, 2017’de yine buradayız.

Burası iyi bir mekân. Seksenli yılların izbe Hacı Bayram’ından epeyce farklı.

Burada Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin bir yapılaşma projesi uygulanıyor. Eski Ankara evleri tarzında bir yapılaşma. Belediye ön ayak olmasaydı şu anda burada bu tarz yapılaşmalar uygulanmazdı. Belediye’nin projeye öncülük etmesi ve mimarideki denetimleri dışında burada her şeyi kendi imkânlarımızla yaptık. Başından beri bize destek olan arkadaşlar bu binanın tüm inşaat süreçlerinde de bize destek oldular. 2013’ten beri bu binada çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Şu ana kadar Fecr Yayınevi kaç kitap yayınladı?

Fecr yayınevi başlangıçtan bugüne kadar 239 kitap yayınladı. 240’ıncı kitabımızı matbaaya göndermek üzereyiz.

Bunlar sadece Fecr Yayınevi logolu kitaplar?

Oraya da geleceğim. Sadece Fecr Yayınevi olarak kalmadık tabi ki. Dışarıdan bakıldığında yayınevi olarak görülebiliriz belki. Çalışmalarımız sadece yayıncılık alanıyla sınırlı kalmadı. Biz yıllarda Kur’an sempozyumu organizasyonları da yaptık. Kuran ayı olması münasebetiyle bu faaliyetlerimizi her sene Ramazan ayında yapıyorduk. Bu sempozyumların bir kısmı iki gün sürmüştür. Bir hafta süren sempozyumlar da vardır. Yüzüncü yıl çarşısının alt katındaki salonda Türkiye içinden ve dışından birçok akademisyeni bu etkinliklere davet etmiştik. Sempozyum küçük bir kitap fuarına da sahne olmuştu. Kuran üzerine yayınlanan üç yüz civarında kitabı orada sergilemiş ve satışını gerçekleştirmiştik. Bu sempozyumlardan beş tanesini de Konya, Kayseri, Yozgat, Samsun ve Tokat’ta olmak üzere Ankara dışında yapmıştık.

Sempozyum organizasyonları hem bir iş, hem de ekonomik bir yüktür bir yayınevine öyle değil mi?

Haklısınız. Lakin biz o günleri tatlı yorgunluklar olarak hatırlıyoruz. Akademik camiada çok ciddi ses getirmişti. Bunun yanı sıra sadece akademik yayıncılıkla yetinmeyelim, çocuklara ve gençlere dönük yayıncılık da yapalım diyerek hikâye ve roman yayınlamak üzere 2002’de Meneviş Yayınları’nı kurduk. Şu ana kadar burada da 110 kitap yayınladık. Onunla da yetinmedik sosyoloji, psikoloji ve dinler tarihi alanında yayın yapmak üzere Eskiyeni Yayınları’nı da faaliyete geçirdik. Burada akademik dergi ve kitap yayıncılığı yaptık. Eskiyeni yayınlarından da otuz kitabımız çıkmış bulunmaktadır. Toplamda 380 kitap yayınlamış durumdayız.

Ankara Okulu Yayınları kurulurken bazı yazarlar yayın haklarını bu yayınevine devrettiler.

Evet, Fazlurrahman’ın bazı kitapları ile Hayri Kırbaşoğlu hocamızın Sünnet kitabı bunlardandı. Bu kitapların bizim yayın listemizden çıkmasına üzüldük. Lakin başka bir yayınevince yayınlanıp kültür hayatımıza katkı yapmaya devam etmesine de sevindik. Bu arada Ankara Okulu Yayınları’na da sizin aracılığınızla bir selam göndermiş olalım. Onlar da çok kaliteli kitaplar yayınlamaya devam ediyorlar.

Tabi ki unutmadan geçmeyelim sizin de çok ciddi emeğinizin geçtiği aylık olarak yayınlanan Fecre Doğru dergisi var. Sekiz yıl boyunca bu dergiyi de aksatmadan çıkardık. Bu dergide yazan arkadaşlardan bir kısmı bugün akademik camiada yer alıyorlar. O dergi bizim için bir mektepti. O dergilerin hepsi benim kütüphanemde var. O zaman yazdıklarımıza zaman zaman bakarım. Akademik bir dergi değildi elbette. Ancak akademik hayatın dışındaki okuyucuya hitap eden bir dergi idi. O zamanki şartlarda gerekliydi belki de. Derginin siyasal mizah kısmı bana aitti. O hengâmeli dönemde bayağı cesur davranmışız.

Okur kitlesi konusunda neler söylemek istersiniz? Sizin yayınladığınız kitaplara okurların tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz. Elbette burada satın alma davranışını sormak istiyorum. Herhalde okuyucu bunları satın almazsa yayınlamazsınız. Ben kendi tecrübelerimden yola çıkarak söylemek istiyorum. 1999 yılıydı zannederim. Bir kitap satış serüvenini izlemiştim. Mesela bir ilçeye gidiyorsunuz, kitapevlerini dolaşıyorsunuz. Kitapevinin adı Tevhid, İkra işte ne bileyim Oku gibi isimleri var. Hepsi oyuncakçıya bozmuş. Kimsenin neredeyse kitap okumuyor dediği bir dönemden bahsediyorum. Adam işte utanma belasına abi birkaç tane bırakın diyor. Satmıyor sizin kitaplar diyor. Ümitsiz bir dönemden bahsediyorum. O zamanlar işte Fecr bir Kur’an Fihristi yayınlamış. İlhami Güler ve Ömer Özsoy’un önemli çalışmasıydı o zamanlar. Onun alıcısı oluyordu. Şimdiyi nasıl değerlendirebilirsiniz? Hangi kitaplar daha fazla satılıyor. Ali Şeriati serisi var, diğer kitaplar var. Onları nasıl değerlendiriyorsunuz?

1980’li yıllarda daha çok tercüme eserler yayınlanırdı. Yayınlanan bu tercüme eserler beş bin basardı ve üç beş ay içinde biterdi. Doksanlı yıllardan itibaren biraz daha Türkiyeli yazarların telif eserleri ortaya çıkmaya başladı. İlk dönemlerde ciddi telif eserler yoktu. Şule Yüksel Şenler’in romanları filan satardı. Düşünsel akademik eserler yok denecek kadar azdı. Bu süreç devam etti bir müddet. Doksanlı yıllardan itibaren 28 Şubat dönemine kadar çok ciddi bir baskı vardı. İnsanlar konuştuklarından, yazdıklarından dolayı takibata uğrarlardı. Ciddi manada toplum sindirilmişti. Bu işlerle uğraşanlar da elini ayağını bu işlerden çekmeye, kasabalarda, ilçelerde filan kitapçılar, oyuncak satmaya başlamışlardı. En iyisi kırtasiye işine dönmüştü. 28 Şubat’la birlikte belki bir beş senelik dönem yayıncılıkta, düşünce alanında içe kapanma dönemi yaşadık maalesef. Fecr ailesi olarak bu sıkıntılı dönemlerde bile sözümüzü sakınmadık elhamdülillah. Sempozyumlarımızı yaptık. Kitaplarımızı yayınlamaya devam ettik. Bizim kitaplarımızın büyük çoğunluğu tercüme eserlerdi. Sonradan ilahiyattaki hocalarımızın doktora çalışmalarıydı. Dolayısıyla bunların sivil hayattaki alıcısı pek fazla olmuyor. Genellikle bu konuyla uğraşan insanlar oluyor okuyucuları. Ondan sonraki süreçte iki binli yıllardan sonra, 28 Şubat sürecinden sonra, Ak Parti iktidarı ile birlikte okuma ve yazma işleriyle ilgilenenler geçmişe göre daha özgür bir ortamda fikirlerini dile getirir oldular.

Peki şu anda bir kitap beş bin basabiliyor mu?

Onu şöyle ifade edeyim. 2005’li yıllarda internetin yaygınlaşmaya başladığı, kitap kopyalarının internette paylaşılmaya başlandığı dönemlerde beni bir kaygı sarmaya başlamıştı. Demiştim ki her halde beş sene kitaba ilgi devam eder. Sadece kâğıda dokunmayı sevenler için özel kitaplar basılır, sadece hayranları bu işlerle ilgilenir. Bundan sonra bütün kitap piyasası sanal piyasaya döner diye düşünmüştüm. Şu an bu endişemin yersiz olduğunu görmekten mutluyum. Siz de gördünüz aşağıdaki görevlimiz sipariş kolileri hazırlıyor. Dağıtımcılar ve kitapçılara gönderiyor.

Şu anda hangi kitaplar daha fazla satılıyor?

Siz de bilirsiniz daha önce biz Ali Şeriati’nin birkaç kitabını basmıştık. İşte Muhammed Kimdir, Muhammedi Tanıyalım, Medeniyet Tarihi gibi. O zamanlarda da Ali Şeriati ilgi gören bir düşünürdü.

İran devriminin etkisiyle elbette.

Evet aynen öyle. Türkiye’de çok ciddi bir ilgi halesi oluşturmuştu. Şeriati de bildiğiniz gibi ciddi bir kafadır.

Ama molla değildir.

Elbette. Lakin İran’da Sünnilikle, Türkiye’de ise Şiicilikle suçlanan bir şahsiyettir. İkisi de değildir. Bir aydındır.

Herhalde bir aydın olmanın getirisi bu olmalı.

Aslına bakarsanız kendi içine kapanmış, dünyaya kapanmış zihniyetler eleştirmiştir kendisini. Türkiye’de de işte bir takım tarikatlar vesaire kendisini kıyasıya eleştirmiş, hatta saldırmıştır. İran’da da eleştiriye uğramıştır. Türkiye ile İran’ı bu anlamda karşılaştırırsak İran’daki mollalar daha kapalıdır. Şiilik dışındaki düşüncelere tamamen kapatmışlardır kendilerini.

Ali Şeriati tam da bu anda bir taraftan Şah rejimine karşı mücadele verirken, diğer taraftan mollalara değilse de onların zihniyetine karşı bir mücadele veriyordu.

Çok ciddi sıkıntılar çekmiştir. Kırk dört yaşında iken öldürüldüğü ifade ediliyor. Ama kırk dört yıllık bu kısa ömrüne şu an külliyat olarak yayınladığımız otuz yedi kitap sığdırmıştır. Kendisinin bizzat yazdığı kitaplar birkaç tanedir. Diğer kitaplar Hüseyniye-i İrşad denilen kurumda yapmış olduğu konferansların deşifresi ile oluşturulmuş olan kitaplardır. Ama şöyle bir okuduğunuzda cins bir aydın olduğunu, İslam toplumu için de sadece yazmakla değil, hayatıyla, hayatı pahasına bir mücadele verdiğini, başkaları gibi ben yazarım, millet de okusun aydınlansın gibi bir tavır içine girmediğini görüyoruz. Bizzat hayatın sıkıntılarını çeken birisidir. Allah rahmet eylesin. Kendisi bir sosyolog biliyorsunuz. Batı’yı batılılardan; Marksizm’i, Marksistlerden iyi bilen birisi. Çok yönlü bir aydın. Böyle olunca da sözleri çok geniş kitlelerce ilgi gören bir yazar. Türkiye’de o güne değin birçok yayınevi biz de dâhil kitaplarını tercüme ettirip yayınlamıştır. Hiçbir yayınevi onun ailesi ve çocukları var onlara da telif ücreti verelim gibi bir şey düşünmedi.

O zamanlar tercüme kitaplarda telif hakları gibi bir kavram düşünülmüyordu her halde.

Yoktu tabi. O zaman devletin de böyle bir takip sistemi yoktu. Ne buluyorsanız yayınlıyordunuz. Bandrol de yoktu. 2006 yılında Şeriati külliyatını biz yayınlayalım diye düşündük. Bu böyle mektupla filan olacak bir şey değildi. Tuncer Beyle atladık İran’a gittik. Hanımını bulduk. Bizim bu yayıncılık işinde çok ciddi olduğumuzu anlattık. Kendisi çok mutlu oldu. Elinde bir dosyayla geldi. Türkiye’den üç yayınevinin mektubu vardı. Birisi bizim daha önce yazdığımız bir mektuptu. Diğer ikisi farklı yayınevlerinin mektuplarıydı. Dedi ki Türkler işlerini hep böyle mektupla mı görürler? Hiçbir işi doğru dürüst takip etmiyorlar. İlk defa siz buraya kadar geldiniz. Biz de dedik ki Biz bu yayın işinde ciddiyiz. Külliyatın tamamının yayın haklarını almak istiyoruz. Her baskıda yüzde beş üzerinden telif ücreti ödemek üzere anlaştık. Biraz peşinat verdik. Geldikten sonra bismillah dedik yeniden tercümelere başladık. Mevcut tercümeleri topladık. Kaliteli gördüklerimizi yeni bir tashih sürecinden geçirdik. Kaliteli görmediklerimizi yeniden tercüme ettirdik. Tercüme edilmemiş olanları da mütercimlerle görüşerek tercüme edilmesini sağladık. Bizden ilk başta istenen on beş bin doları verip bütün yayın haklarını alabilirdik. Bunu yapamamıştık. Şimdi biz şu ana kadar Şeriati’nin ailesine elli bin dolar civarında bir telif ücreti ödedik. Bir o kadar da ödememiz gereken borcumuz var.

İran’da bu çok ciddi bir rakam.

Eşi bizim dışımızda dünyanın hiçbir ülkesinde külliyat yayınlama noktasında bir faaliyet olmadığını söyledi. Biz 2008 yılından 2012 yılına kadar külliyatı tamamladık. 2012 yılında da İstanbul’da iki gün süren bir Şeriati Sempozyumu düzenledik. Bu sempozyuma eşi Puran Şeriati ve oğlu İhsan’ı da davet ettik. 30 civarında hocamızı orada ağırladık. Türk toplumunda Şeriati’ye olan ilgi ailesi tarafından mutlulukla karşılandı.

Kimler okuyor? Bildiğim kadarıyla Şeriati Türkiye’de sol dediğimiz okuyucuların da ilgi alanına giren bir aydın.

Şöyle söyleyeyim. 1980’li yıllarda yapılan Şeriati çevirilerini daha çok İslamcı çevreler okuyordu. Doksanlı yıllarda Kürtler tarafından okunan bir yazar olmuştur. O yıllarda bölgede çok ciddi anlamda bir devlet baskısı vardı.

Bugün, otuz yedi kitabın, biz külliyatı yayınlamaya başladıktan sonra hiç baskı yapmayanı üç baskı yaptı. Her baskıyı da en az iki bin basıyoruz. Hac gibi, Kendini Devrimci Yetiştirmek gibi kitaplar çok satan kitaplar listesinde. Hac kitabını beş bin, altı bin bastığımız da oldu. Şu an hâlâ okunan bir yazar.

Peki kim okur bu kitapları bugün? Yeniden sorayım.

Bizim geleneksel Sünnî camia Şeriati’den korkuyor. Biraz komik olacak amma sanki dokununca çarpılacağını mı düşünüyor bilmiyorum. Zaman zaman televizyonlarda meşhur hocalardan bir kısmı Şeriati’ye veryansın ederler. Bu kesimin ne temsilcileri ne de takipçileri Şeriati’yi pek fazla okumuyor. Bizim camiada Şeriati’yi bir zamanlar okumuş olanlar ona doydu diyebiliriz. Şu anda Türkiye’de sol kesim Şeriati’yi yeni keşfetmeye başladı ve onlar okuyor Şeriati’yi. Tabi ki tümü oraya gitmiyor. Elbette yeni yetişen gençler de Şeriati’yi okumaya ve anlamaya çalışıyorlar. Bu gençler okudukça Şeriati’yi sevmeye başlıyorlar.

Demek ki fikirleri zamana bağlı değilmiş? Yetmişli yıllarda söylediklerinin eskimesi lazım öyle değil mi?

Şu anda hâlâ bize çözüm önerileri sunabiliyorsa büyük bir düşünürmüş demek ki. Ben zaman zaman düşünüyorum. Şu ana kadar yaşasaydı, fikirler üretseydi şu an İran böyle olur muydu? Biliyorsunuz, devrimin fikir önderlerinden birisidir. Humeyni’den sonra hükümetlere muhalif birisi olurdu. Belki de devrim kendi çocuklarını yer fehvasınca devrimin kurbanları arasında yer alabilirdi. Suriye’de İran devletinin Esed’le birlikte sivil halka karşı uygulamış olduğu savaşı tasvip etmezdi diye düşünüyorum. Şeriati, yayınevi olarak kültürümüze kattığımız en önemli değerlerden birisidir.

Meneviş yayınlarını sormak istiyorum. Ben, fikirden ziyade hikâyeden, eylemden yanayım. Fikrimizi söyleyeceğiz, bir fikrimiz, illa ki bir sözümüz olur. Lakin bir hikâyemizin de olması lazım. Meneviş, çocuklara dönük hikâye yayınlarıyla piyasaya girdi. Bana öyle geliyor ki Meneviş biraz zayıf kaldı.

Evet onu biz de gözlemliyoruz. Meneviş zayıf kaldı. Bana göre çocuk kitapları yayıncılığı Türkiye’de zayıf gibi.

İşin uzmanı da pek fazla yok gibi

Evet öyle. Bu alanda yetişmiş elemanımız yok gibi. Bu alana fazla bir yatırım yapmıyoruz. Genellikle bu alanda Batı’nın kültür eserleri daha fazla okunuyor. Biliyorsunuz işte klasiklerden başlarsak, Güliver’in serüvenleri, Define adası, Şeker portakalı gibi eserler bize oradan geldi. Bizim bu taraftan da bin bir gece Masalları, Kelile ve Dimne, Mevlana’dan Hikâyeler gibi eserler var. Onun dışında modern, çağımıza dönük eserler maalesef yok.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi çok esaslı bir roman kaynağı olabilir. Hikâyeler yazılabilir. Mesela ilk cildinde Gülabi ağanın hikayesi vardır ki film yapılsa yapılır. Çok esaslı bir hikâyedir. Evliya çelebinin seyahatnamesi gibi başka seyahatnameler vardır. Hikâyeler, mesneviler vardır. Meneviş yayınlarında işi biraz daha profesyonelleştirip, işin uzmanları ile çalışmak gibi bir düşünceniz olamaz mı? Mesela yayınladığınız romanlar biraz amatör gibi geldi bana.

Dediğim gibi bu alanda işin hakkını vererek yapacak insan sayısı çok az. Onlar da İstanbul merkezli. Biz biraz amatör kaldık. Amatör kalmamızın nedeni de ilk çıkış hedeflerinde alanımız olarak belirlemediğimiz bir şeydi. Maalesef Meneviş düşündüğümüz ivmeyi kazanamadı. Geldiğimiz noktada Meneviş ile ilgili bir karar aşamasındayız. Ya bu işi profesyonelce, işin uzmanlarını dâhil ederek yapacağız, ya da bir şekilde bu yayınevinde kitap yayınlamaya son vereceğiz.

Meneviş’in kitapları sattı mı?

Bir dönem bazı kitaplarımız iyi sattı. Yeni dönemde ise çok fazla ilgilenemediğimiz için atıl duruyor.

Bir dönem Keloğlan basmıştınız orada.

Evet Keloğlan masallarını resimleyip basmıştık. Ahmet Efe’nin kitaplarını basmıştık. Çok güzel albenili kitaplardı. Ankara’da çocuk edebiyatı alanında ilk akla gelen isimlerden olan Yılmaz Erdoğan’ın romanlarını basmıştık. Bazı okullarda programlar yapılıyordu, o programlarda satılmıştı. Bazı valilikler çocuk kitapları dağıtıyorlardı. O dönemde bu kitaplardan oralara göndermiştik. Çok ciddi bir satış rakamına ulaşmadığımızı söyleyebilirim.

Hüseyin Bey şöyle bir şey oluyor mesela. Bir belediye bir kitap dağıtıyor. Basının haberi oluyor. Bu kitabı didik didik ediyor. Bir yerinden bir şey bulup onu afişe ediyor. Çok önemli bir nokta yakalıyor. Ben basının bu noktadaki hassasiyetini önemsiyorum. Onlar olmasa belki bu tür şeylerden bizim de haberimiz olmayacak. Orada alalım, çocuklara dağıtalım, onlar da okusunlar tarzında bir yaklaşım herhalde yanlış. İşin uzmanlarıyla çalışmayınca böyle sakatlıklar oluyor herhalde. Çocuk edebiyatı alanında veya diğer edebiyat türlerinde yayın yapacak ciddi yayıncılara ihtiyacımız var. Ben bir roman okuyucusuyum aynı zamanda. Sıkı romanlar daha çok satıyor.

Türkiye’de romanlar ve siyasi içerikli gazete yazarlarının yazdığı eserler çok satıyor. Akademik kitaplar, düşünce kitapları çok fazla satmaz. Fecr Yayınevi ve benzeri yayıncılar çok satalım, bu işten ekmek yiyelim diyen kuruluşlar değildir. Bu iş bizi zengin etmez. İdealist gençlerin kurmuş olduğu yayınevleri daha çok fikri anlamda aydınlatma işlevi yüklenen yayınevleridir. Biz de öyle bir yayınevi olarak kurulmuştuk. Hikâye ve roman yayınlayan yayınevleri özellikle işini iyi yapanlar bu işten ekmek yiyorlar, ekonomik olarak daha iyi durumdadırlar diye düşünüyorum. Orhan Pamuk ilk çıktığında yüz bin basarak çıkıyor. Ben onu eleştirecek durumda değilim. Satması için Orhan Pamuk yeni romanını yayınladı denmesi yetiyor.

Ben Orhan Pamuk’u takip eden birisi değilim. Benim Adım Kırmızı çıktığında okumuştum. Biraz geleneğin unsurlarını kullanmıştı. Ancak mesela bir İhsan Oktay Anar, ilk çıkışı da geleneğe yaslanmak diyebileceğimiz bir şekilde olmuştu. Dil olarak, anlatım olarak geleneğe yaslandı. Bunu çok iyi başardı. Bizim camiada böyle biri çıkmadı henüz. Aslında bunu sol sağ diye ayırmayı da doğru bulmuyorum. İhsan Oktay Anar, Türkiyeli olan herkesin bir değeri olmalı, herkes sahip çıkmalı. Yazarın kelimelerle oynaması, esaslı kurgularla yola çıkması, anlatımının güçlü olması beklenir. Türkçe, roman için çok uygun bir dil aslında. Kültürümüz de buna müsait.

Güçlü yazarların çıkması için iyi okuyan bir okur kitlesinin olması lazım. Bu okur kitlesi yazardan bunu talep etmeli. Yazar yetişecekse de kanaatimce kültür sanat dergileriyle yetişecek ve burada ürünleri yayınlananlar kitaplarıyla da gelecekte var olacaklardır.

Dediğiniz gibi aslında her şey insanda bitiyor. Bu alanda yetkin insanlarınız varsa yola devam edebiliyorsunuz. Aksi takdirde çabalarınız atıl kalıyor. Dediğim gibi biz Meneviş’le ilgili olarak iki yoldan birisini tercih etmek durumunda kalacağız. Ya bu işin hakkını verecek birisine devredeceğiz, ya da bu işin hakkını biz vereceğiz.

Kültür bakanlığı ile ilişkilerinizi sormak istiyorum. Neler bekliyorsunuz, neler olması lazım, önerileriniz nedir?

Bizim Kültür Bakanlığı ile ilişkilerimiz resmi ilişkiler tarzında devam ediyor. Kültür bakanlığı ile aramızda kültürel bir ilişki yok maalesef. Kültür Bakanlığının en önemli görevi bu toplumun kültürel kapasitesinin yükselebilmesi için yayıncılarla, eğitim ve kültür kurumları ile irtibata geçmesi onlara değer vermesi, onların fikirlerini alması onlarla ortak projeler gerçekleştirmesi, yeri geldiğinde onları desteklemesi tarzında şeyler bekliyoruz biz. Ama bunlardan hiçbirisini göremiyoruz.

Orada bir dakika durun.

Siz bir öneri götürüyor musunuz, diyeceksiniz.

Evet aynen öyle. Bürokrasinin içinde entelektüel seviyesi, kültürel seviyesi yüksek insan vardır mutlaka, lakin ben bu görevleri yüklenen insanların içinde böylelerinin bulunduğunu düşünmüyorum açıkçası. Kimseyi de beğenmediğim töhmet altında tuttuğum düşünülmesin. Bu yaşadığımız bir gerçek sonuçta. Onlar maaşlı memurlar. Esas işi sivil toplumun götürmesi gerekmez mi? Buradan şu soruyu sorayım. Siz siyaset kurumuna gidiyor musunuz ki siyaset size gelsin?

Siz siyasetin içinde de bulundunuz. Milletvekili danışmanlığı yaptınız. O dönemlerde söylediğiniz sözleri unutmayın lütfen. Ben artık kötü yola düştüm, bundan sonra yalan da söylerim, adam da satarım, bana güvenmeyin demiştiniz.

Evet biraz espriyle karışık, şaka tarzındaydı o sözlerim.

Biz siyasetin içindeki bazı şeyleri gördükten sonra siyasete hep uzak durduk.

Yanlış.

Korktuk. Yanarız, ya da döneriz korkusuyla hep uzak durduk. Hep oradan bekledik. Biz bu toplumun eğitim ve kültürüne katkı sağlamış sivil bir kuruluşuz. Kendi yağıyla kavrulan, kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmaya çalışan, doğru bildiği yolda seksen altıdan bugüne kadar otuz yılı geride bırakarak yayın hayatına devam etmiş bir kuruluşuz. Gönül istiyor ki bize birileri gelsin de sorsun istiyoruz. Halimizi hatırımızı, sorunlarımızı sorsun istiyoruz.

Hayır, orada yanılıyorsunuz bana kalırsa. Sizin de tanıdığınız olan yazar, akademisyen, entelektüel birçok milletvekili var. Onlarla iletişime geçebilirsiniz. Siz gitmezseniz oraya başkaları gidiyor. Siyasetçi yanında akıllı ve becerikli insanları görmek ister. Siyasetçinin öyle vakti de olmaz zaten. Bu nedenle sivil inisiyatifin oraya gitmesi gerekiyor.

Osman Bey biz, bir partiye bağlanmak istemiyoruz. Siyasallaşmaktan korkuyoruz. Biz bir yere bağlanmadan var olmaya çalışan tabiri caizse kelaynak kuşları gibiyiz. Ulaşmaya çalışsanız bir zahmet, gittiğinizde bekletiyorlar, görüştüğünüzde istediğiniz verimi alamıyorsunuz. Usanıyorsunuz. Geçen buraya İhsan Süreyya Sırma hocamız geldi. Onun anlattıklarını siz de duydunuz. Hoca, bu toplumun yetiştirdiği en önemli değerlerden birisidir

Ben İhsan Hoca’nın söylediklerini duydum. Burada tekrarlamaya gerek yok. Lakin küsmek, uzak durmak doğru değil. Ben yayıncıların yeterince görünür olmadıklarını düşünüyorum. Görünür olmayınca siyasetçi kimmiş diye soruyor, işte şöyle bir yayıneviymiş diye konuşuyorlar.

Burada Anadolu İlahiyat Akademisi var. Bu da Fecr Yayınevi’nin bünyesinden doğan başka bir sivil kurum. Gelmedi demiyorum. Buraya birçok milletvekili, siyasetçi geldi. Aslında öyle görünmez bir halimiz yok. Bizi biliyorlar. O noktada biz aslında adım attık. Sürekli oraları tırmalamak, oralara yamanmaya çalışmak bize doğru gelmiyor. Çok fazla zorlama niyetinde de değiliz.

Yanlış anlamayın siyasete girin, siyaset yapın diye bir şey söylemiyorum. Siz işinizi yapın. Doğru ve kaliteli yapın. Mesela yayıncıların KDV ile ilgili şöyle bir sorunu var. Bu sorunu çözmek için partili olmaya gerek yok. Solcu, sağcı, dinci, imancı olmaya da gerek yok. Sonuçta sivil toplum olarak bunun çözülmesi gerekiyor.

Bütün malzemeyi yüzde on beş vergi ile alıyorsunuz, yüzde sekiz ile satıyorsunuz.

Ya da kitaptan, özellikle kültür kitaplarından KDV’nin kaldırılması gerekiyor. Yayıncıların bir araya gelerek bir çözüm mercii oluşturması gerekmez mi?

Osman Bey, yok da değil yani. Yayıncılar meslek birlikleri var. Bu kuruluşlara biz de üyeyiz. Buralarda bu meseleleri konuşuyoruz. Orada bu sıkıntılar dile getiriliyor. Oralara gidip kapıları zorlamaktansa dernekler, birlikler vasıtasıyla bu meseleleri ilgili birimlere ulaştırmaya çalışıyoruz zaten. Biz zaten son on beş yılda yapılanları görüyoruz. Bu ülkeye yüz yıldır yapılmayan yatırımlar yapıldı. Köprüler, yollar yapıldı. Ancak, eğitim ve kültür alanında tabir caizse sınıfta kaldılar.

Kusura bakmayın, ben siyasetçinin tarafındayım. Niye siyasetçinin tarafındayım çünkü siyasetçi yanında akıllı insanları görmek ister.

Siyasetçi akıllı insanlar görmek isterse akıllı insanları bulur zaten. Akıllı insan seçebilecek bir kapasitededir. Ben öyle olduğuna inanmak istiyorum. Bazen dengeleri gözetmekle, akıllı insan seçmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalabilir. Onu da anlıyorum.

Ben hala yayıncılarımızın, kültür adamlarımızın yeterince çaba gösterip göstermediği noktasında endişemin devam ettiğini söylemek istiyorum.

Bize her gün üç beş e-posta gelir. Falanca köy okulu, filanca hapishane kütüphanesi, filanca ilçenin kütüphanesinden talepler gelir. Kitap isterler. Biz elimizden geldiği kadarıyla buralara kitap göndermeye çalışırız. Lakin biz tüm bu bağış taleplerine cevap verecek olsak kısa sürede kapıya kilidi vurmamız gerekir. Devlet kendi okulunun kütüphanesini kuramıyorsa, kendi cezaevine bir kütüphane oluşturamıyorsa bir problem var demektir. Yeterli değil demektir. Devlet kültüre yatırım yapmıyorsa buraları biraz zorlaması gerekiyor. Ekonomik kaynaklarını başka alanlardan kültür alanına kaydırması gerekiyor.

Önceki kültür bakanı Ömer Çelik idi. Onu tanıyorsunuz. Şimdiki kültür bakanı da sayın Nabi Avcı. Onu da tanıyorsunuz. İkisi de eğitim camiasının içinden gelen isimler. Bakanlığı ve vekilliği süresince Ömer beyle hiç görüştünüz mü?

Hayır görüşmedik. Randevu almaya bile cesaret edemedik. Kültür Bakanlığının zaman zaman kitap alımı oluyor. Daha önce bizim bu işlerden haberimiz yoktu. Son on yıldır bu işlerden biraz haberimiz oldu. Sağ olsunlar Kültür Bakanlığı senede bir iki sefer sekiz ile on bin lira tutarında kitap alıyor. Siz biz diye ayırmak doğru değil ama önceki hükümetler döneminde kütüphaneler belli yayınevlerinin eserleri ile dolduruldu. Bunlar da aynısını yapsın demiyorum. Ama hiç değilse adil davransınlar, kaliteli, hak eden eserleri alsınlar istiyoruz. Türkiye’de kaç adet kütüphane var? Neden az alıyorsunuz?

Bir hatıramı anlatmak istiyorum müsaadenizle. Ben Sincan’da oturuyorum. Sincan’da kütüphane yok. Daha doğrusu var da yok. Fatih mahallesinde iki tane konteynırı yan yana koymuşlar bir kütüphane yapmışlar. Sincan merkezde iki apartman dairesini birleştirip bir kütüphane yapmışlar, Yenikent’te de prefabrik bir kütüphane daha var. Sincan altı yüz bin nüfuslu bir ilçe. Başkent’in merkez ilçelerinden birisi. Belki sadece ben böyle bir talepte bulunmuşumdur. Sincan’a yüzbin kitaplık bir kütüphane istiyorum diye belediye başkanından mail ile bir talepte bulundum. Belki sadece ben öyle bir çatlaklık yapmış olabilirim. Siyasetçiyi de anlamak lazım tabi. Adam bakmıştır? Kim bu çatlak filan demiştir. Bana şöyle bir mail ile cevap geldi. Sayın Selvi, Kütüphaneler kültür bakanlığına bağlıdır saygılarımla diye. Hiç olmazsa sayın belediye başkanı cevap verdiler. Yılmadım. Kültür Bakanlığına yazdım. Allah’tan oradan cevap gelmedi. Kim bilir ne söylerlerdi cevap verselerdi. Siyasetçi kitap okuyan olmasa bile oraya kütüphaneyi diken adamdır kanaatimce. Günü kurtarmak için değil, yarını ve sonraki nesilleri de kurtarmak için kitaba ve kütüphanelere ihtiyacımız var. Çok ciddi bir kültürel altyapı olmayınca da bazı şeylerde çuvallayıp duruyoruz. Son olarak bir sorum daha olacak. Şu anda Fecr, Eskiyeni ve Meneviş mutfağında ne var? Okuyucunun önüne hangi kitapları koymayı planlıyorsunuz?

Şu anda siz geldiğinizde merhum Zeki Duman hocamızın Vahiy Gerçeği adında bir kitabı vardı. Uzun süredir baskısı tükenmişti. Onun yeni baskısı ile ilgileniyoruz. İran’dan güzel bir çalışma var. Orijinal adı Resmi Hesti olan Varlığın Resmi diye tercüme edilebilecek bir çalışma. Barışa Adanmış Bir Kitap olarak ifadelendiriliyor. Yüz iki konuya ilişkin yazarın özlü sözlerinin yer aldığı bir çalışma. Aşk, dostluk, kardeşlik, adalet vs. gibi kaybolan değerleri yeniden gündeme taşıyabilecek bir çalışma. Bu kitabın İngilizce tercümesi Cambridge’de basılmış. Türkiye’de de bize getirdiler. Yaklaşık bir senedir uğraşıyoruz. Tercümeleri gözden geçiriyoruz. Unesco tarafından da bu çalışmaya katkı ödülü verilmiş. İnşaallah Nisan ayı içerisinde bunu çıkarmayı düşünüyoruz. Akabinde Mevlüt Uyanık’ın Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu diye bir çalışması var. Onun üçüncü baskısını hazırlıyoruz. Mevlüt Bey ona üç makale daha ekledi. Kur’an Niçin İndirildi diye ince bir kitabımız vardı. O çalışma çok uzun süredir yok. Kur’an’ın ölüler değil diriler için indirildiğini ifade eden çok güzel bir çalışma. Çok gayretli, Arapçası iyi olan bir arkadaşımız vardı. Ondan bu kitabı yeniden tercüme etmesini ve dipnotlarla zenginleştirmesini istedim. Şu anda o kitap da hazır durumda. İki yüz sayfa kadar bir hacmi oldu. Yine rahmetli Zeki Duman hocamızın Adab-ı Muaşeret diye başka bir çalışması vardı. Kur’an merkeze alınarak hazırlanmış bir çalışmaydı. O kitabı yeniden yayınlamak için çalışıyoruz. Şeriati’nin külliyatı içinde kavramları ele alan bir çalışma var. Bu çalışmayı Şeriati kendisi yapmamış, onun kitaplarından derlenerek ortaya konulan bir eser. Ben onun üzerine çalışıyorum. Bir türlü diğer işlerden zaman bulup da bitiremediğim bir çalışma. Ben bu çalışmayı bizim külliyat içinde karşılaştırarak yapmaya çalışıyorum. Kitabın orijinal adı Ferheng Lugat. Şeriati’nin Kavramlar Sözlüğü diyebileceğimiz bir çalışması. Yeniden tercüme etmektense uyumlu olması için yayınladığımız külliyatı baz alarak tek tek bulup oradan derliyorum. Bunların dışında doktora ve doçentlik tezlerinin yayınlanması için ilahiyat hocalarımızdan da sık sık talepler gelmekte.

Tabi ki biraz önce matbaadan gelen yeni kitaplarımız var, siz aşağıda gördünüz. Sönmez Kutlu hocamızın Güncel Dini-Siyasi Meseleler Üzerine Yazılar, yayınevimizin kurucularından Ömer Köse’nin düşünce serencamını anlatan Yazı ve Yaşam, Atilla Yargıcı’nın Kur’an’ın Önerdiği İdeal İnsan Modelinin Oluşmasında Sevginin Rolü, Ahmet Bayraktar’ın İslam Hukukunda E-Ticaret ve Tuncer Namlı’nın büyük bir emekle hazırladığı Kur’an Aydınlığı isimli mealin de üçüncü baskısını okurlarımıza sunmuş olacağız.

Hüseyin bey, bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ediyorum.

Osman Bey son olarak Fecr Yayınevi’yle tanışmama vesile olan ve on yıl kadar beraber çalıştığımız Osman Kayaer’e, halen birlikte yürüdüğüm yol arkadaşım Tuncer Namlı’ya ve çok önemli maddi ve manevi katkılarından dolayı Halis Gökçek başta olmak üzere katkı sağlayan tüm dostlara teşekkür ve minnetlerimi iletmek isterim. Kitapistanbul’a ve size de kültüre yapmış olduğunuz bu katkıdan dolayı teşekkür ediyor ve yolunuz açık olsun diyorum.

* www.kitapistanbul.com

Toplam Tıklama: 402326 Aktif Ziyaretçi Sayısı: 19
Tüm Hakları Saklıdır. WebMaster:Osman Selvi