Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.
Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.
Ağırlıklı olarak Doğu’nun yıldızlarından XIII. yüzyılda yaşamış şahsiyetleri konu alan eseriyle Mürsel Öztürk’ün çeşitli dergilerdeki makaleleri kitaplaştırılmış oldu. Evet, bir ‘toplu makaleler’ neşridir Doğu’nun Ortak Mirası (İstanbul 2012, 344 s.).
Doğunun en doğusundan en batısına…
Bulunduğumuz coğrafyaya göre doğunun en doğusundan Ahmed Yesevî, doğunun ortasından Firdevsî, Şehriyar ve doğunun en batısından Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlânâ ve Ahiler, İran ve yetiştirdiği âlim, sûfî ve edipler Mürsel Öztürk’ün çalışmasının ana konularıdır. Bunlara Farsçanın önemini vurgulayan iki makaleyle Fars kültürünün İslâm öncesi tarihini ortaya koyan ve yine İslâm öncesi İran şiirini belli-başlı şahsiyetleriyle ele alan son iki bölümü de ekleyince kitabın veçhesi belirginlik kazanacaktır.
Mürsel Öztürk’ün çabası
DTCF’nin Farsça hocalarından olan Mürsel Öztürk, hakkıyla vâkıf olduğu Farsçayı sadece öğretmekle kalmamış; bu dille ortaya konulan edebiyata ve Fars kültüründen izler taşıyan konulara ilgi duyarak makaleler kaleme almıştır. Kitapta yer alan bazı makalelerin tercüme yazılar olduğunu da vurgulamak gerekir şüphesiz. Bunlar kitabın konusunu bütünleyen metinlerdir. Türkiye’de daha çok Farsça sûfî klasikleri ilgi görmüş ve tercüme edilmiştir. Fakat günümüz İran’ında -meselâ- Ahmed Yesevî hakkında neler yazılmaktadır? Doğrusu bunu Öztürk’ün Mehdî Senayî’den tercüme ettiği “Ahmet Yesevî ve Yesevîlik” başlıklı makale dışında pek de öğrenme imkânımız yok sanırım. Aslında bu tür konularda Türkiye ve İran’da ortak ilgi alanlarına sahip bir araştırmacılar ordusu vardır ve fakat bunca iletişim imkânlarına rağmen bu zevât birbirlerinden habersiz olarak çalışıyor gibidirler. Bu habersizliği gidermek için olsa gerek, 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’den Türk Tarih Kurumu ve İran’dan birtakım bilim kuruluşları arasında bir ortak değerler sempozyumu düzenlenmeye başlanmıştı. “Tarihten Günümüze Türk-İran İlişkileri” başlığıyla yanılmıyorsam Aralık 2002’den beri düzenlenen bu ortak kültür çalışması bir yıl Türkiye’de bir yıl İran’da gerçekleştiriliyor ve sempozyum bildirileri kitaplaştırılıyordu. 2011-2013 arasında ise düzenlenmedi; oysa bu kültürel işbirliği oldukça önemlidir.
Başa güreşen Hacı Bektaş-ı Velî
Doğu’nun Ortak Mirası’nda Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlikle ilgili makalelerin ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Belki de bu sebeple Bektaşîlik konusunu işleyen makaleler kitabın başında yer alıyor. Tabii kronolojik bir sıralama esas alınsaydı, Ahmed Yesevî hakkındaki tercüme makalenin başa gelmesi, daha sonra da Mevlânâ ve Hacı Bektaş veya Hacı Bektaş ve Mevlânâ konulu makalelerin yer alması gerekecekti. Bu arada kitap aslında iki ana bölümden oluşuyor: “Fars Kültürü” makaleleri ve “Bazı Sufi Şahsiyetler”e tahsis edilmiş makaleler… Fakat her nedense kitapta bölümlendirmeye gidilmemiş. Sadece kendiliğinden sûfî şahsiyetlerle ilgili makaleler başa, Fars kültürüyle ilgili olanlar da sona gelmiş.
Hacı Bektaş-ı Velî’nin hayatı, çağdaşları, Yeniçerilerin Bektaşîliği, ölümü, eserleri, Bektaşîlik tarihçesi, Bektaşî şiiri, Hacı Bektaş’ın kültür kökleri, Ahmed Yesevî-Hacı Bektaş-Yunus zinciri ve Arnavutluk’ta Bektaşî edebiyatı, müellifin ayrıntılarına indiği bir alan olarak gözüküyor. Daha sonra Mevlânâ hakkında yazdıkları geliyor. Ahiler hakkındaki Claude Cahen’den tercüme ettiği “İlk Ahiler Hakkında” başlıklı makale ile “Fars Edebiyatında Fütüvvetnâmeler” başlıklı makalesi ise Ahilik konusuna ilgi duyanlar için önemlidir.
Bereketli kültür havzaları
Bu arada Mürsel Öztürk’ün Hacı Bektaş’ın çağında Nişabur’u ve Mevlânâ’nın yaşadığı çağa kadar Belh şehrini konu aldığı makaleleri, günümüzde gittikçe daha çok önem kazanan kültür havzası çalışmalarına önemli birer katkıdır. Hacı Bektaş, Mevlânâ, Ahi Evran gibi zevatın çağlarında, isimleriyle âdeta özdeşleşmiş birtakım kültür havzaları ne durumdaydı? Bu şehirlerin kültürel durumları, söz konusu zevat hakkında söylenebileceklere önemli katkılar sağlayacaktır. Kültürel coğrafya çalışmaları, bu şahsiyetleri daha iyi anlayabilmede çok çok önemlidir.
Farsça – Türkçe etkileşimi
Hoca’nın dikkat çekmek istediğim iki önemli makalesi de “Farsçanın Türk Kültüründeki Yeri” ve “Selçuklu Araştırmalarında Farsçanın Önemi” başlıklarını taşıyor. “Bugün Farsça olarak bildiğimiz Yeni Farsça”nın oluşmaya başladığı IX. yüzyılda ve IX-XII. yüzyıllarda hüküm süren Karahanlıların İran coğrafyasında cevelânları sonucu ortaya çıkan etkileşim gerçekten dikkat çekicidir. Türklerin Farsçadan neler aldıkları ve bu dile neler verdikleri, hâsılı iki dil arasında ortaya çıkan etkileşim nereden bakılsa dikkat çekicidir. Selçuklu araştırmalarında Farsçanın önemi ise tartışılamayacak bir gerçektir. Çünkü İran coğrafyasında yetişmiş müellifler, ana dilleri ne olursa olsun eserlerinin çoğunu Farsça olarak vermişlerdir. Bizzat Öztürk’ün Farsçadan tercüme ettiği eski tarih kaynaklarına bir göz atmak dahi bu konuda yeterli bir izlenim oluşturabilir (Târîh-i Cihangüşâ, Bezm ü Rezm, el-Evâmirü’l-Alâiyye, Kitab-ı Diyarbekriyye, Ahsenü’t-Tevârih, Müsâmeretü’l-Ahbâr tercümeleri). Çünkü bu tarih kaynakları Türk tarihinin kıymetli kaynakları arasındadır. Hoca’nın bu tercümelerinin bir kısmı Türk Tarih Kurumu, bir kısmı ise Kültür Bakanlığı Yayınları arasında basılmıştır.
Toplu makaleleri belirginleştirdiği çaba
Bir toplu makaleler neşri olarak Doğu’nun Ortak Mirası, öğrettiği dili tercüme ve kültür araştırmaları yoluyla da kullanan bir Farsça profesörünün entelektüel çabasını görünür kılmıştır. Bu çabanın özellikle tarih, edebiyat ve sûfîlik araştırmaları alanında tezahür etmesi ise eşyanın tabiatı gereğidir.