Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.
Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.
Lise yıllarında okutulan tarih kitapları Tanzimat devrini tarihimizin çok uzak bir köşesine ittiği için Ahmed Midhat, Ahmed Cevdet ve Fatma Aliyye Hanım gibi şahsiyetlere de uzak kalıyoruz. Oysa Tanzimat devri daha dün denebilecek kadar yakın bir zaman dilimidir. Mektup neşirleri ise bu yakınlığı daha iyi hissetmemizi sağlıyor.
Klasik Yayınları’nın “Hatıralarla Yakın Tarih” dizisinin ikinci kitabı işte böyle bir neşirdir: Ahmed Midhat Efendi’nin Fazıl ve Feylesof Kızım: Fatma Aliye’ye Mektuplar adıyla bir araya getirilen mektup birikimi... Mektupları Fatma Samime İnceoğlu ve Zeynep Süslü Berktaş gerçekten ince bir işçilikle kitaplaştırmış bulunuyor. Bu titiz neşirde dizi editörü M. Suat Mertoğlu’nun da önemli katkıları olduğunu tahmin edebiliriz.
Önce neşir titizliği
Hemen takdir edilmesi gerekli nokta, bu tür metinlerde genellikle rastlandığı üzere; daha metnin aslına bakmadan bile göze çarpan yanlış okumalardan metnin ârî olmasıdır. Bu son derece önemli bir artıdır.
Sâniyen metinde uygulanan transliterasyon usûlünün kullanışlılığıdır. Malûmdur ki, ‘hafifletilmiş transkripsiyon’ tabiri yerine artık çoğunlukla transliterasyon tabiri kullanılıyor. Doğrusu -özellikle Tanzimat sonrası- metinlerin çeviriyazısında transkripsiyon yerine transliterasyonu tercih etmek daha isabetli görünüyor (şiir metinleri hariç tutulursa). ‘Çeviriyazı’ kavramı ise çoğu zaman bu iki kavramı da kapsayacak şekilde kullanılıyor. Veya zamanla böyle bir anlam genişlemesine uğradı...
Mektupları neşre hazırlayan İnceoğlu ve Berktaş hanımlar metni okuyucunun kolayca okuyabileceği bir sistemle aktarmışlar. Bu yazım tarzı sayesinde o devrin, yaşadığımız zaman dilimine çok da uzak olmadığı okuyucuya bir nevi ihsas edilmiş oluyor. Doğrusu Ahmed Midhat Efendi’nin Türkçesinin terkipli ifadeler hariç -abartmıyorum- meselâ 1930’lu yıllarda yayınlanmış Varlık dergilerinde yazan Nurullah Ataç’ın Türkçesinden fazla bir farkı yoktur. Açalım bakalım Varlık koleksiyonunun ilk sayılarını, aşırı özleştirmeci Ataç’ın bile o yıllarda Ahmed Midhat’a yakın bir Türkçesi olduğunu görürüz. Söz ettiğim yazım usûlüne ters düşen bazı örnekler yok değilse de, bunlar devede kulak misâlidir (ör. ser-â-pâ; ta‘zîmât vb.).
Kitabın önemli bir özelliği de içinde geçen özel isimler ve unutulmuş olabilecek bazı hadiseler açısından aslında birer kapalı kutu olan mektup metinlerinin kitabın sonuna eklenen “Notlar” bölümüyle sarahate kavuşturuluyor olmasıdır. Evet, mektup metinlerini yayına hazırlarken hiç ihmal edilmemesi gerekli bir husustur bu. Peki kolay mıdır; elbette hayır! Oldukça zordur; çalışmanızın yayınını geciktirir; sabrınızı törpüleyabilir. İnceoğlu - Berktaş neşri bu açılardan da takdiri hak ediyor.
Ya dizin bölümüne ne demeli? Artık ayrıntılı bir içindekiler bölümü hükmündeki dizine bakarak, kitapta adı geçmesi muhtemel hemen herkesi arayabilir ve büyük odranda bulabilirsiniz de. Bu bölümün -lâzım oldukça bakılacağı için- ayrıntılı bir biçimde hazırlanmış olup olmadığını hemen tespit edemiyorum: ama ayrıntılı göründüğünü serian ekleyebilirim.
Mektuplarda söz edilen bazı şahıs, kitap vb. malzemenin görsellerine yer verilmiş olması ise ekstra bir durumdur; olmasa eleştirilemez fakat olunca da tadından yenmez bir durumdur.
Metinde geçen ve bugün artık hiç kullanmadığımız Arapça, Farsça hatta Fransızca bazı kelime ve kelime grupları, aynen alıntılanan vecize vb. kalıp ifadeler için dipnotların dışında (zaten dipnotlar kitabın sonuna toplanmış), yıldız kullanılarak her sayfanın sonunda bir nevi sadeleştirme ve tercümesi yoluna başvurulmuş olması ‘her kesimden’ okuyucunun işini kolaylaştırabilir elbette. Fakat kelimelerin dipnotlarda sadeleştirilmesinden çok, metinde geçen Arapça, Farsça alıntı cümlelerin ve kalıp ifadelerin, Fransızca kelime ve tabirlerin Türkçelerinin verilmesi daha önemlidir.
Son olarak metnin iplik dikişli bir ciltle okuyucuya sunulmuş olması da dikkat çekici ve önemlidir. Bunun hem yayınladığı bir metni evlâdiyelik kılma hem de okuyucu önemseme göstergesi olduğunu düşünüyorum. Bu bakımdan bütün kitaplarını iplik dikişli sunan Klasik Yayınları’nı tebrik etmek gerekiyor. Yayınevinin hem bu bakımdan hem de eserin basım öncesi editoryal hazırlık evrelerinde en ciddî çalışan yayınevlerinden biri olduğunu söylemek bir ihkak-ı hak olacaktır.
Sâniyen metne nüfuz
Metne nüfuz etmeye çalışacak olursak öncelikle bir tarih tespiti ile başlayabiliriz işe: Zaten tarih sırasına göre tertip edilmiş bulunan metindeki ilk varaka-mektup16 Şubat 1305, en sondaki tarihli mektup ise 4 Şevval 1330 tarihini taşıyor (Mart 1890-Mayıs 1912 arası). On dokuzuncu yüzyılın sonuyla yirminci yüzyılın başlarında yazılmış ve bugüne kadar iyi korunmuş 245 mektupluk bir toplam.
Çok eser yazdığını hepimizin bildiği Ahmed Midhat Efendi’nin aynı zamanda çok da mektup yazdığının önemli delillerinden biri de İnceoğlu-Berktaş neşri mektuplardır. Oysa kitaba bir takriz yazan Orhan Okay Hocanın da belirttiği gibi Ahmed Midhat’ın yazdığı mektuplardan bugüne kadar yayınlananlar, Fitnat Hanım, Muallim Naci ve Nigâr Hanım’a yazdığı mektuplardır. Araştırmacılar Ahmed Midhat’ın Fatma Aliyye’ye yazdığı ve İstanbul Belediyesi Kütüphanesinde korunan mektuplarını yayınlayarak, Ahmed Midhat’ın mektup birikimini tarihçilerin, edebiyatçıların, nihayet genel okuyucunun dikkatlerine sunmuş oldular.
M. Suat Mertoğlu’nun Takdim’inde belirtildiği gibi, bu 245 mektuba, Fatma Âliye Hanımın bulunabilen 19 cevabî mektubu da eklenmiştir. Mertoğlu, Fatma Âliye’nin Ahmed Midhat’ın her mektubuna karşılık gelen mektubunun bulunamamış olmasını, elimizdeki neşrin “daha anlamlı olabilecek bir mektuplaşma hüviyeti kazanamama”sı olarak görmektedir. Doğrusu bu durum gerçekleşseydi elbette çok iyi olurdu. Fakat Fatma Âliye Ahmed Midhat’ın gönderdiği mektupları saklamış ve ölümünden sonra ailesinden birileri bu mektupları Belediye kütüphanesine bağışlamış. Acaba Ahmed Midhat Efendi Fatma Aliye’nin mektuplarını saklamış mıydı? Saklamadıysa veya saklasa bile bunlar ailesi tarafından muhafaza edilemediyse elbette yapacak bir şey yoktur. Fakat editörün karşılaştırmalı mektuplaşma neşri yolundaki dilek ve çabası son derece takdire şayandır.
Mektup toplamı, yeni edebiyatımıza ilgi duyan okuyucu için, bu edebiyatının ‘Hâce-i evvel’i konumundaki bir şahsiyetin, genç yazarlar üzerindeki muallimlik rolü, onlara hitabında uyduğu âdab ve erkân açısından da bulunmaz malzeme kaynağıdır. Yine Tanzimat Edebiyatının edebiyat tarihi kitaplarına yansımayan yüzünü netleştiren özelliği ile de bu mektuplar önemlidir. Yani mektup vs. malzemeler edebiyat tarihlerinde rastlanmayan ayrıntılar için bir tür ‘boşluk doldurucu’ özelliğe sahip metinlerdir. Ahmed Midhat’ın mektuplarında ise devrin edebiyatı için büyük oranda dolgu malzemesine rastlayacaktır okuyucu.
***
Çeviriyazı usûlünü takdir ettiğimiz kitapta bu usûle zaman zaman uymadığını düşündüğümüz birkaç küçük noktaya da temas edelim: Bu tür metinlerin günümüz okuyucusuna çok uzak bir zamanın mahsulü olduğu izlenimini tam anlamıyla silecek bir yazım tarzıyla sunulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sebeple eski harfli metinde kullanılan ‘ayn’ harfinin her yerde gösterilmesi gerekli olmayabilir; sadece anlamın karıştırılacağı yerlerde kullanılmalıdır. Yine özellikle birleşik kelimelerde ve kelimeye ism-i fâil anlamı vs. katan eklerde araya bir tire konulması da okuyuşu aksatan bir durumdur. Metin tam bir transkripsiyon çalışmasıyla ortaya konulmadığına göre buna hiç de gerek yoktu. Üstelik bu usûl bütün kelimelerde takip edilmemişse yazımda bir tür savrukluk göstergesi sayılır ve yazım bütünlüğünü de zedeler.
Hemen belirtelim ki, son dile getirdiğimiz hususlar, eski harfli metin neşreden resmî kurum yayınevlerinde dahi artık pek rastlanmayan bir ciddiyette hazırlanan bu metnin güzelliğini bozacak raddelerde değildir. Genel kabul görmüş bir transkripsiyon usûlü var. Fakat ne yazık ki ülkemizde hâlâ ‘transliterasyon’ alanında uyulacak ortak bir yazım tarzı oluşturulamamıştır. Bu hususun mümkün mertebe üzerinde birleşilebilecek kuralları oluşturulmalıdır. Fazıl ve Feylesof Kızım başlıklı mektup neşri ise bu alanda örnek bir çalışmadır.
Yayına hazırlayanları, editörü ve yayınevini tebrik etmeden edemeyeceğim.
(Hazırlayanlar: Fatma Samime İnceoğlu - Zeynep Süslü Berktaş, Klasik Yayınları, Hatıralarla Yakın Tarih Dizisi: 2, Editör: M. Suat Mertoğlu, 1. basım, İstanbul 2011, XXVI + 486 s.)