Kullanıcı girişi yapabilmeniz için kullanıcı adı ve parolaya sahip olmanız gerekmektedir. Üye değilseniz sağdaki bölümden üyelik kaydı gerçekleştirebilirsiniz.
Şifrenizi unuttuysanız sağdaki Yeni Üyelik/Şifremi Unuttum bölümüne sadece email adresinizi giriniz.
Dîvân sâhibi şairlerimizin şiir toplamları akademik çalışmalarla gün ışığına çıkartıldıkça matbu divan örnekleri de çoğalıyor. Elyazması nüshaları üzerinden tez olarak çalışılmış birçok divan bu vesileyle gündemimize, okuma alanımıza kazandırılmış oluyor. Bu, şiirimizin nasıl bir birikime yaslandığının, nelerden beslendiğinin tam olarak tespiti açısından da önemli ve güzel bir gelişmedir.
Durum böyle olmakla birlikte divan neşirlerinde dikkat edilmesi gereken bir kısım hususların ihmal edildiğini de görüyoruz. En başta çoğu akademik çalışma olarak ortaya konulan bu metinlerin, basılırken tez formatından kurtarılamamış olması hususunu zikredebiliriz.
Kapağında ve jenerik sayfalarında adı; Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi Ömer Hulûsî ve Dîvânı; ‘yazarı’ ise Mehmet Şamil Baş olarak kayıtlı bulunan bir sûfî divanından da bu bağlamda söz edeceğiz. Okuyucu böyle bir başlıkla karşılaşınca ne anlamalıdır? İlk bakışta ‘yazar’ Mehmet Şamil Baş, Ömer Hulûsî ve Dîvân’ı hakkında geniş bir inceleme kaleme almış ve bastırmıştır şeklinde bir algı oluşacaktır. ‘Geniş’ diyorum, çünkü kitap tam 591 sayfa ve en sonunda araştırma türü eserlerde mutlaka bulunan -yine oldukça geniş- bir bibliyografya var (s. 583-591)…
Baş’ın jenerik sayfalarında yer alan biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla bu çalışma bir doktora tezidir. Ömer Hulûsî’ye ait Dîvân üzerinde hem ayrıntılı bir incelemeyi (s. 17-174) hem de şiirlerinin transkripsiyon çalışmasıyla ortaya konulmuş tenkitli metnini (s. 175-549) ihtiva eden bu tezin, kitaplaştırılırken de tez formatı aynen korunmuş görünüyor.
“Tezler kitap olarak basılırken nelere dikkat edilmelidir?” sorusu ülkemizde cevabını hâlâ net olarak bulamamış bir sorudur. Divan neşirleri bunun en çarpıcı örnekleri arasında yer alır. Elimizdeki eserin başlığını gören bir okuyucunun ilk anda kapılacağı izlenime değinmiştik. Peki eser bütün sayfalarıyla Ömer Hulûsî’yi ve Dîvân’ının metnini mercek altına alan bir çalışma mıdır? Elbette hayır. Fakat başında oldukça geniş bir inceleme bölümü ihtiva ediyor. Buna -her nedense Dîvân metninin sonuna konulmuş- “nüsha tavsifi”, “sonuç” ve “kaynakça” bölümlerini de eklediğimizde bizzat Mehmet Şamil Baş tarafından kaleme alınmış iki yüz küsur sayfalık bir metin toplamıyla karşılaşıyoruz. Bu durum yine de çalışmanın ana kısmını dört yüz sayfaya yakın hacmiyle Dîvân metninin oluşturduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Şimdi konuyla ilgili bazı sorular sormanın zamanıdır:
1. Eserin kapağında ve jenerik sayfalarında Mehmet Şamil Baş ismi neden “yayına hazırlayan” vb. bir nitelemeyle değil de 591 sayfalık eserin bütününün müellifi imiş gibi konulmuştur?
2. Eser aslında bir divan neşridir de inceleme kısmı, tanınmamış bir sûfî-şairi ve Dîvân’ını tanıtmaktan öte bir işleve sahip değil midir?
3. Şair Ömer Hulûsî’nin “Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi” oluşunun başlıkta işi nedir?
İlk sorudaki hususun bir izahını bulmak zordur. Bu bir doktora tezi olduğuna göre elbette ki “Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi Ömer Hulûsî ve Dîvan’ı” şeklindeki başlık tez formatına son derece uygun bir isimlendirme kabul edilebilir. Bu durumda tezin üzerinde -âdet olduğu üzere- tezi hazırlayan kişinin yani Mehmet Şamil Baş’ın isminin bulunması da gayet tabiîdir. Bizim itirazımız elbette ki buna değildir; bu başlık altında hazırlanmış bir tezin kitaplaştırılırken tez formatından çıkartılmayışınadır. Çünkü bu çalışma aynen tez formatıyla basılmış görünmektedir.
Mehmet Şamil Baş ismi eserin kapağında “Yayına hazırlayan” şeklinde yer aldığında, yayına hazırlanan metin için bu kez de bir yazar (burada şair) ismine ihtiyaç doğacaktır. Öyle ya yayına hazırlayan kişioğlu hangi şair (veya müellifin) eserini hazırlamıştır? Eserin asıl ve tam adı nedir?
Aslında bu soruların cevabı bellidir. Çünkü kendiliğinden ortada bir şair bulunmaktadır: Ömer Hulûsî… O zaman bu çalışma (tez) kitaplaştırılırken kapağa ve jenerik sayfalarına adı “Dîvân”; şairi “Ömer Hulûsî”; yayına hazırlayanı ise “Mehmet Şamil Baş” şeklinde kaydedilmeliydi.
Bu noktada denebilir ki, ‘araştırmacının Dîvân’ın başına (ve sonuna) eklediği iki yüz sayfaya yakın inceleme bölümüne yazık değil midir?’ Böyle durumlarda iki seçenek vardır zannımca:
-İlk seçenek bu gerçekten emek mahsulü gözüken araştırma kısmını müstakil bir kitap olarakDîvân kısmını yine müstakil başka bir kitap olarak bastırmaktır. Bunun da örnekleri de vardır: Prof. Dr. Mehmet Akkuş’un Salâhâddîn-i Uşşâkî ve Dîvân’ı üzerine hazırladığı doktora tezinin inceleme bölümü müstakil bir kitap olarak yayınlanmıştır (MEB. Yay., 1998).
-İkinci seçenek ise divan vb. metinleri yayına hazırlayanın, ne kadar emek mahsulü bir inceleme bölümü kaleme almış olursa olsun, bu bölümleri Dîvân’ın başında bırakarak eserin başlığında şairin ve eserinin adını öne çıkarması; yani bir nevi fedakârlıkta bulunmasıdır.
Bu seçeneklerin her ikisi de divanlar üzerindeki çalışmalar kitaplaştırılırken uygulanabilir gözükmektedir. Gerçi ülkemizde divan neşri işinin üstatları olan ünlü isimler de hemen hemen böyle yapmışladır ve bu tutum bugüne kadar sürüp gelmiştir. Ama artık bu usulden vazgeçilmelidir. Dört yüz küsur sayfası bir şaire ait olan bir metne yazar veya araştırmacı edasıyla kendi ismini koymak nereden bakılsa doğru görünmüyor. Bu tür çalışmalarını kitaplaştıranlar en azından “yayına hazırlayan” vb. bir ifade kullanmalıdırlar. Hele araştırmacının girişi hazırlarken kullandığı kaynakların eserin en sonunda gösterilmesi, neredeyse tüyler ürperticidir; bu kaynaklar şair Ömer Hulûsî’nin Dîvân’ını kaleme alırken kullandığı kaynaklar olamaz herhâlde… Ama bibliyografyanın kitabın sonuna konulmuş olması kendiliğinden böyle bir izlenim doğuruyor. Dolayısıyla divan neşreden bir araştırmacı inceleme-giriş bölümünü çalışmasının başında yayınlayacaksa, kullandığı bibliyografya da hemen girişin bitimine konulmalıdır ve zaten akademik çalışmalarda çoğunlukla bu usule riayet edilir.
Transkripsiyon çabasını küçümsediğimiz de sanılmasın. Bir araştırmacının, en az okuma hatasıyla sergileyeceği bir transkripsiyon çalışması, başka türlü genel okuyucuya ulaşamayacak bir irfan toplamını ihya etmek anlamına gelir ve elbette ki çok dikkat ve gayret gerektiren bir çabadır.
İşte bu noktada meseleye bir de Mehmet Şamil Baş’ın ortaya koyduğu transkripsiyon çalışması açısından yaklaşabiliriz. Araştırmacı her manzumenin başında vezinleri teker teker gösterdiği için, mısraları okuma çalışmasının vezne uygunluğu kolayca ölçülebiliyor. Bu tür neşirlerde ilk bakışta okuma yanlışı olduğu hemen anlaşılabilen hatalı kelimelere Baş’ın neşrinde rastlanmıyor. Baş, oldukça özenli bir transkripsiyon çabası sergilemiş gözüküyor. Dipnotlarda nüshalar arasındaki farklılıklara işaret etmiş olması da bu hususa netlik kazandıran bir etmen sayılmalıdır.
Aslında özetle şunu söylemiş oluyoruz: Ortaya konulan eserin adı Dîvân’dır; şairi Ömer Hulûsî’dir; yayına hazırlayanı ise Mehmet Şamil Baş’tır. Fakat ülkemizde sadece divan neşirlerinde değil Arap, Selçuklu, Osmanlı kroniklerinin, seyahatnamelerin, sefaretnamelerin hatta hâtırat metinlerinin neşrinde de ‘yayına hazırlayan’lar ‘müellif’ imişler gibi lanse edilir. Oysa divanların şairleri olduğu gibi kronik vb. eserlerin de bir ‘yazan’ı vardır ve siz ne kadar özenli bir transkripsiyon, inceleme-araştırma çabası sergilerseniz sergileyin, o eserin müellifi sayılamazsınız. Gerçekten geniş ve yorucu bir inceleme çabası sergilemişseniz ve bu çabanızın transkripsiyon (çeviriyazı) bir metnin içinde (genellikle baş tarafında) kaybolmasını istemiyorsanız o kısmı, incelenen metinden (divan, kronik, seyahat veya sefaretnâme vb.) ayırarak kendi adınızla gönül rahatlığıyla bastırabilirsiniz. Böylece metin inceleme çabanız müstakil bir eser (kitap) katına ulaşmış olur. Eser aslında bir divan neşridir de inceleme kısmı, tanınmamış bir sûfî-şairi ve Dîvân’ını tanıtmaktan öte bir işleve sahip değil ise o zaman zaten divan neşrine sadece bir giriş teşkil edebilir. Böylece ikinci soru üzerinde de durmuş oluyoruz.
Üçüncü bir husus ise eserin başlığıyla ilgilidir. Seçilen başlık divan sahibi şairin sûfîliğine bir vurgu ise bizzat şairin kullandığı ‘nisbe’lerle sağlanmalıydı. Yani şair, mensup olduğu tasavvuf mektebini gösteren “Uşşâkî” nisbesini veya kültürümüzde bir şahsiyetin Aydınlı olduğunu gösteren “Rûşenî” nisbesini kullanmışsa eserin başlığına da bu böylece yansıtılmalıydı. Bu durumda “Ömer Hulûsî-i Uşşâkî / Rûşenî, Dîvân” şeklindeki künyelendirme yeterli olacaktı. Şair bu nisbeleri kullanmamışsa okuyucuya bir fikir vermek için şairin künyesi jeneriğe kısaca “Ömer Hulûsî-i Uşşâkî” şeklinde kaydedilebilirdi. Bu tercih, şairin aynı zamanda bir sûfî olduğunu da göstereceğinden Dîvân’ın sûfiyâne bir metin olduğu da kendiliğinden vurgulanmış olacaktı.
Özellikle metin neşrine dayalı tezler kitaplaştırılırken mutlaka tez formatından çıkartılmalıdır. Bu şekilde kütüphane kataloglarına şair veya müelliflerinin adıyla değil de yayına hazırlayanlarının adıyla girmiş çok sayıda eser (metin neşri) bulunmaktadır. Kanaatimizce bu hususlar kütüphanecileri de zora sokmaktadır. Metnin müellifini tespitte kitabın jeneriğine bağlı kalsalar hatalı künye vermiş oluyorlar; bağlı kalmasalar bir sürü köşeli parantez içi ayrıntı girmeleri gerekiyor. Söz ettiğimiz sıkıntı Sadece Baş’ın çeviriyazı çalışmasıyla ilgili değil, akademik dünyamızda genel anlamda yaygın bir sıkıntıdır. Dolayısıyla aslında bu hususları dile getirmekle Mehmet Şamil Baş’ı eleştirmiş olmuyor, yaygın bir tutumu eleştirmiş oluyoruz.
Mehmet Şamil Baş, hem araştırma hem de metin neşri bakımından iyi bir çalışma ortaya koymuştur. İnceleme kısmında, hakkında bilgimiz bulunmayan bir sûfî-şairi son derece teferruatlı bir biçimde tanıtmış, tasavvufî yönünü bütün açıklığıyla ortaya koymuş, Dîvân metnini etraflıca incelemiş ve transkripsiyon yoluyla yayına hazırlamıştır. Bu çabasını tez mantığıyla değil de kitap mantığıyla yayınlatabilmiş olsaydı Ömer Hulûsî’yi bir sûfî-şair olarak çok daha güçlü bir biçimde tanıtmış olacaktı.
[Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi Ömer Hulûsî ve Dîvânı, [yay. haz.] Mehmet Şamil Baş, Okur-Akademi Kitaplığı Yayını, 1. b., İstanbul 2014, 591 s.].